از قیامت بخوانید گلچینها

Mevlana

 
 
Oktay Aslan Rah Sevum kimdir?
Afganistan'ın Şaberghan şehrinin Zargarkhane köyünde doğdum. Gençliğim Kabil şehrinde geçti. Uluslararası Hukuk Üniversitesi'ndeki son yılımda Kabil'deki savaşın olumsuz etkileri nedeniyle ailemizle birlikte sürgüne gitmek zorunda kaldık. İstanbul evimiz ve Türkiye yeni vatanımız oldu.
Ergenlik yıllarımdan itibaren büyük şairlerin şiirlerine ve divanlarına ilgi duymaya başladım ve Dari ve Özbek dillerinde divan edebiyatının şairi oldum. Şu ana kadar bu iki dilde 22 kitap ve her iki dilde de sosyal ağlarda onlarca siyasi ve edebi makale yazdım.
Sayın Cumhurbaşkanına kendi sorunlarımı ve Afganların acılarını yazarken Türkçe şiir ve kitap yazma cesaretini buldum. Türkiye'de Türkçe eğitimi almadım ama dünyanın önemli iki dilinde yarım asırlık deneyimim var ve bu deneyim bana Türkçe için bir lale yapma ve unutulmaz bir miras bırakma cesaretini verdi.
Divan edebiyatı Türklerimizin Orta Asya'daki çadırlarında doğup Horasan'da olgunlaşan insanlığın büyük eserlerinden biridir. Divan edebiyatının mantığına göre her şiir ve her nesir çok güzel ve çekici bir sanatla yazılmalı, her cümlenin sözleri aynı ruhla ifade edilmeli, insana neşe ve keyif veren bir eser olmalıdır. Divan edebî kültüründe cümleyi daha tatlı kılmak için günlük kullanımda düşük Profilli kelimelerin özel yerlere konulması gerektiğini anlamalıyız. Şüphesiz bu özelliği bir milletin dilini ve edebiyatını güçlendirir. Okuyucu okuduğunda bu özelliğiyle okumaktan zevk alır ve bu da Divan edebiyatının şartlarından biridir ki Divan edebiyatı şairlerinin eserlerini herkes yazamaz.
Bu kitabın yazım tarzı özel ise, lütfen bu zaferi ata edebiyatı sanatlarından biri olarak ve beni de ata edebiyatı öğrencisi olarak kabul edin. Kitabın şiirleri kendine has bir üsluba sahiptir. kitabın düzyazısındaki üslup Divan edebiyat tarafından düzenlenmiştir ve sözler bal gibi konuşup üslubu tatlandırmaktadır. Her hâlde divan edebiyatında mensur yazı yazmak yüksek bir sanattır. Eğer bu kitabın yazılı içeriği okuyucuya çekici geliyorsa, bu bir imtihandır, kuşkusuz zaferimin veya yenilgimin sonuçları Türkiye'nin saygın halkı tarafından verilecektir. Bu kitabı yazarken sadece Türk dili ve edebiyatına ait sözcükleri kullandım ve Divan Edebiyatı'nda bu sözlerle şiir yazdım.
Bu kitapta şiirlerinin içeriğinden yola çıkılarak Mevlana olarak bilinen Celaleddin Horasani tanıtılmaktadır. Bu tarihi şahsiyet Türkiye'nin Rumi'sinden farklıdır. Celaleddin'in şiirlerinde Türk Mevlana’sı yansıtılmamaktadır. Kitabın bu noktası kitabın içeriğini değerli kılmaktadır.
Kitabın içeriğine önem vermek için dört kaynak kullandım: Birinci kaynak Mevlana'nın Divan Şemsi'si, Mesnevi'si ve dörtlükleri, ikinci kaynak olarak tarih, üçüncü kaynak olarak Horasan halkının popüler kültürü ve Dördüncü kaynak Kur'an'dır. Şüphesiz bu dört kaynak herkesin kullanımına açıktır.
***
 
 
 
 
Mevlana olarak bilinen gerçek Celaleddin kimdir?
Bu tarihi şahsiyetin adı "Celaleddin’dir". Peki, neden "Muhammed Celaleddin" diyorlar? "Muhammed kelimesi" Celaleddin'in isminin bir parçası mı?
Cevap: Hayır!
"Muhammed" İslam Peygamberinin adıdır. Celaleddin isminin neden Peygamber ismiyle başladığını anlamak için Horasan'ın (Afganistan) halk geleneklerini bilmemiz ve anlamamız gerekir. Mevlana zamanında ve Afganistan'ın bu döneminde Horasan'da her isim ya İslam Peygamber’inin ismiyle başlar ya da "Abd ve Seyyid" kelimesiyle başlar. Bu Halk Geleneğinin mantığı, "Muhammed" ile başlayan herhangi bir ismin "Peygamber yolunun ve Peygamber ahlakının destekçisi" anlamına gelmesidir. Yani bu sembol İslam yoluna ve Peygamber yoluna bağlılığı ifade etmektedir. "Abd" sembolü Allah'ın kulu olmak anlamına gelir. "Abd" ile başlayan her isim Allah'a teslimiyetin sembolüdür. Müslümanlar arasında "Seyyid " sembolü saygın ve Peygamber soyu anlamına gelir. Horasan halkının Peygamberimize duyduğu saygı, tarih boyunca Peygamberimizin adını hiçbir zaman çocuğunun adı olarak kullanmamış, Sadece isimden önce kullanmıştır. Demek ki Horasan'da her konunun bir felsefesi var. Mevlana Celaleddin şiirlerini bu felsefelerle yazmış ve büyük bir miras bırakmıştır.
 
Edebiyat erbabı, büyük sultan efendim
Kalbime nükte sensin, canıma can efendim
Gazelden incileri, kalbime takıyorsun
Takı takı mısralar, cana canan efendim
 
Celaleddin'e Türkiye'de neden Muhammed bin Muhammed bin el-Hüseyn el-Hatibi el-Belhi el-Bekri deniyor?
Cevap: Bu yanılgıların sebebi Horasan halkının tarihi ve gelenekleri hakkındaki bilgi eksikliğidir. Dari alfabesinde 32 harf bulunmaktadır ve bunlar aslında Arap alfabesine benzemektedir ama aynı değildir. Dari-Fars alfabesinde Arapların kullanmadığı 4 harf var. Arap dilinden bazı seslerin Dari-Fars dilinde görülmediğini de belirtmek gerekir. Mevlana Dari dilinde yazdı. Her kitabın sonuna tamamlayıcı adını yazdı. Dari dili kurallarında ad ve soyad uzun ise önce "Peygamber" ismi, sonra ismin ilk "harfi" yazılır. Bana göre Mevlana'nın adı ve O'nun babasının adı ilk harfle yazılmış olup, elle yazıldığı için yıpranmış ve okunmamıştır. Mevlana'nın isminin ilk harfi "ج" harfidir ve O'nun babasının isminin ilk harfi "ب" harfidir. Defterden silinen ya da okunmayan bu iki harf, Mevlana'nın tanıtımında hataya yol açmıştır. Eğer Horasan gelenekleri tarih penceresinden incelenseydi bu hata yaşanmazdı.
Mevlana'nın gerçek ismi ise şöyledir: Muhammed Celaleddin bin Muhammed Bahaeddin bin Muhammed Hüseyin, Hatib Bekri Balkı'dır.
Muhammed Celaleddin: Muhammed kelimesi peygamberin adı, Celaleddin ise Mevlana'nın adıdır.
ــ Muhammed Bahaeddin, bu isim de bu mantıkladır.
ــ Muhammed Hüseyin, Hatib Bekri Balkı: Muhammed Hüseyin bu mantıkladır.
ــ Hatib kelimesi Muhammed Hüseyin'i bir vaiz olarak tanıtır.
ــ Bekri kelimesi Muhammed Hüseyin'in takma adıdır.
ــ Balkı kelimesi Muhammed Hüseyin'in şehrini tanıtır.
Horasan tarihinde babanın adı ile çocuğun adının aynı olduğu en az bir belge olmadığını anlamalıyız.  Bu konu o kadar önemlidir ki, eğer dede yaşıyorsa onun adı torun için kullanılmayacaktır, çünkü Horasan kültüründe bu yöntem saygısızlık olarak kabul edilir. Horasan'da babanın adı veya büyükbabanın adı soyadında şu mantıkla kullanılır, örneğin: Muhammed Kazem Ahmadi. Bu isimde  "Muhammed" kelimesi Hz. Peygamber'in ismidir. "Kazem" kelimesi kişinin adıdır. "Ahmad" kelimesi babanın adı veya büyükbabanın adıdır. Bu mantıkla Türkiye'de Mevlana'nın adını "Muhammed bin Muhammed" olarak adlandırmak, Türkiye'nin bilgi eksikliğini ilan etmektedir.
 
Not: Not: Mevlana ve Yunus Emre Divan edebiyat kültürünün cevherlerindendir. Bu iki tarihi şahsiyet, Divan edebiyat kültürüne sahip ülkelerin aydınlarının ilgisini çekmektedir. Divan edebiyat ülkelerinde, topluma yön veren güçlü bir manevi güç var. Siyasetin topluma önderlik ettiği Türkiye'de, o ülkelerde topluma manevi bu güç önderlik eder. Bu ülkelerde Divan edebiyat kültürüne sahip güçlü bir aydın sınıfı bulunmaktadır.
Eğer Türkiye Horasan ülkeleri üzerinde ağabey olmayı hedefliyorsa, Türkiye'nin aydın sınıfının tarih, edebiyat ve kültür bilgisinde o ülkelerin aydınlarından daha güçlü olması gerekir. Çünkü Türkiye'nin Türk dünyası arasındaki rekabetinde Özbekler vardır, büyük bir grup ve bilgi açısından çok güçlüdürler. Ben bir Horasan Türküyüm ve Türkiye ve Horasan ülkelerinden birçok bilgi ve tecrübeye sahibim. Türkiye'yi Horasan ülkeleriyle kıyaslayarak, bu karşılaştırmanın deneyiminden yola çıkarak düşüncelerimi kitaplara yazabilirim ki, Türkiye kendi yüzünü bir Horasanlının aynasından görsün.
2010'dan sonra Türkiye'nin Horasan ülkelerinin aydınları arasındaki itibarı zayıflamaya başladı. Bu durumda kitaplarım bir aynadır. Amacım Türkiye'ye hizmet etmek. Düşüncelerime bilgi mantığıyla bakarsanız, Türkiye'nin geleceğinde kuşkusuz bir faydası olacaktır.
Türkiye'nin Mevlana hakkında en ufak bir bilgisi yok. Mevlana isminin mantığını bile bilmiyor. Bu gerçek, onlarca örnekten sadece bir tanesidir. Kuşkusuz İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'de Edebiyat ve Diğer Manevi Değerler siyasetin ve dinin kölesi haline geldi. Türkiye'de Mevlana, Yunus Emre ve diğer edebiyatçılara din ve siyaset perspektifinden bakılmaktadır. Bu tarihi bir hatadır, dolayısıyla bu ahlak edebiyatın katledilmesine yol açmıştır. Şüphesiz Türkiye'nin bu zayıflığı Divan edebiyat dünyasının aydınlarını da şaşırtmıştır. Unutmayalım ki internetle birlikte dünya yeni bir dünya haline geldi ve artık her ülkede herkes Türkiye'nin zaafını görebiliyor. Bu hayati konuyu bu kitapta bulabileceksiniz. Türk Rumi'sinden tamamen farklı olan Mevlana'yı göreceksiniz. Bu kitaptaki şiirler çok sade ama aşk şiirlerimde Türk dilinin güzelliğini yansıtan kelimelerin dansını göreceksiniz. O şiirlerde aşk temalı sözlerle Divan edebiyatın büyük şairlerinin ruhunu yansıttım. Türk dilinin gücünü o şiirlere yansıttım. Mümkün olursa planlarımda bulunan beş kitapla birlikte şiir kitapları yayınlamaya devam edeceğim. Bu şiirler Divan edebiyatının değerini yansıtacak ve beni bu kültürün talebelerinden biri olarak tanıtacaktır.
Kitaplarımın sert üslubunu Türk toplumu için dostluğun sembolü olarak kabul edin, çünkü Türkiye'ye hizmet etmekten başka bir planım yok. Elbette bu ülkenin aydınlarına verdiğimiz tüm bilgilerle ve sert eleştirilerle tezlerimi bilgi ve belgelerle çürüten herkes, hatalarım için bana edebiyat dersi verebilir. Hatalarımdan korkmuyorum, bu yüzden Divan edebiyat ülkelerin aydınlarının düşüncelerini yansıtıyorum ve Türkiye'deki entelektüel kültürün değişimini savunuyorum.
 
Gül Kokulu sultanım, ben bir uşak yolunda
Dersimi alıyorum, pervane sağ solunda
Dize dize divanı, okuyorum aşk için
Yemin ol ki uşağım, söylediklerim çın çın
Şemseddin i Tebrîzî, yansımış kelamından
Gizemlerle dolu o, her sıra kaleminden
Sen ki beyaz demiştin, herkes siyah anlıyor
İncelemeden sözü, gülünçlük yanılıyor
Burası Türkiye'dir, gazlı sözlerin yeri
Düşünmeden konuşsan, her vakit sözün diri
Herkes atıyor yere, düşünmeden her yerde
Seni senden anlamaz, dökerler her bir yerde
 
Mevlana hangi ırktandır?
Celaleddin'in annesi Türk'tü. Babası Türkleşmiş Arap'tı. Bu Araplar, İslamiyet'in başlangıcında Horasan'a gelmişler ve yerel halk arasında Horasan ırkının dil ve geleneklerine tabi olmuşlardı.
Mevlana'nın ataları Türklerle yaşadı, Türklerle evlendi ve Türkleştiler. O'nun ana dili Türkçe olmasına rağmen Horasan Türklerinin edebiyat dili Dari olduğu için eserlerini Dari dilinde yazmıştır. Unutmayalım ki "Dari" dili "İran Farsçası" dilinden farklıdır.
İran Farsçası, tıpkı Türkiye'deki Türkçe gibi yeni bir dildir!
Bu dil son yüz yılda gelişmiştir.  Bu dilden önce İran'da Dari dili baskındı, çünkü İslamiyet'ten sonra bir süre İran'ı Araplar yönetti ve ardından Horasan Türkleri iktidara geldi ve 1925'e kadar iktidarda kaldılar. Bu dönemde Safevi hanedanı iktidara gelen ilk İran hanedanıydı ancak bu aile de trüktü. Dari, Türk sarayının edebiyat dili olduğu için bu dil İran'da da yaygındı. Bu dil Horasan'a aittir. Biz Türkler bu dili yarattık ve yaşattık.
 
Rum diyarın önderi, vicdanin gül mürşidi
Aşk Kervanına selam, fikirlerin reşidi
Ruhtur güneşten hissi, bin üstün aydınlığı
Çadırı bir galaksi, saçmış yıldız ışığı
Gönülde Kur'an den nur,  irfandan dolu şuur
Horasanımdan önder, bilinci akıllı nur
Belh Şeriften geldi, Aklın diyarından
Değerli o Pakize, Hindukuş baharından
Yol arkadaştır sözü, bilimden nurdur özü
Anlamlıdır her şiiri, manadan tamdır dozu
Tanıyor dertten önce, her nesneni ziyası
Dost yolunda bir dost o, Hengâmedir havası
 
Mevlana, Hazreti Osman ve Hazreti Ali'nin soyundan mı geliyor?
Cevap: Hayır, hiçbirinden gelmiyor. Öyle olsa bu konu Afganistan Arapları arasında da gündeme gelirdi, oysa insanlar Mevlana'yı şiirlerinden tanırlar. Kuşkusuz Celaleddin'in şiirlerinin değeri her şeyden daha kıymetlidir, lütfen şunu anlayın.
 
Bilgisiz olsa akıl, us akıl diye atma
Konuşmam güzel diye, kendinden akıl satma
Yaban kuşlardan gelmez, bülbül sesi diyara
Kah zaman sessizliğe, bilgisiz sesi katma
Güzel görmek insanlın değeri
İnsanların Kusurundan, şeytan ahlakı tatma
Berrak olur yürek, gelse İtiraf
Taksirin Günahına, İtirabsız yatma
Çocuğa zer vermek, aptallığın hüneri
İncisiz her deryaya, bilgisiz olup batma
Ya güneşin özü ol, ya düzgün bir ayna
Bir lahza yaşam için, insandan değer satma
 
"Mevlana" unvanı Celaleddin'in kendisinden mi yoksa babasından mı miras kaldı?
Horasan halkının geleneklerinden biri de büyüklere hürmet etmektir. Din görevlileri için “Mevlana” ve “Mevlevi ” unvanlarını kullanıyorlar. Eski Horasan'da ve günümüz Afganistan'ında büyüklerin adı ayıp sayıldığından anılmaz. Cami imamlarına ve medrese öğretmenlerine "Mevlana" veya "Mevlevi " unvanıyla saygı duyuluyor.
Mevlana kelimesinin özel bir anlamı yoktur. Türkiye'de Hocam kelimesi gibi onlarca anlamı vardır, bu anlamların hepsi büyüklüğü temsil etmek için kullanılır. İkinci seviyeye yani talebelere mensup olanlara "Molla" denir. Bu üç lakap, insanların din âlimlerine olan saygısını göstermektedir. Din adamı olmayanlara "üstat" unvanıyla saygı gösterilir. İki kişi arasında geçen bir konuşmanın ortasında eğer tartışma üçüncü kişi hakkındaysa onun adı bu dört sıfatla birlikte kullanılır. Büyük bir adamın adını anmak büyük bir etik zaaftır.
 
Işık saçan mısralara, ruhtan pervane oldum
Her beyitten mana söküp, aşka meyhane oldum
Dolaştım deli deli, kattım Zihnime bilgi
Özden sarhoş geçtim ama yanız bir tane oldum
 
Şimdi Celaleddin'in babasının işinin ne olduğunu bilelim. Celaleddin'in ailesi Belah şehrinde yaşıyordu. Belah şehri Horasan medeniyetinin merkeziydi. Bu Şehir, Dari dilinin doğduğu yerdi. Bu Şehir Türklerin kalesiydi. Horasan haritasına tarihi dönemler içerisinde bakacak olursak, Afganistan'ın kuzeyi bu medeniyetin kalbi olmuştur. Bu coğrafya, Horasan medeniyetinin oluşumunda çok önemli bir rol oynamıştır, zira Türklerin doğuda ve batıda hüküm sürmesinin tek yolu bu coğrafyaydı. Bu coğrafyanın tarihi önemi, dünyadaki her büyük ülkenin Afganistan'ı işgal etmek için Afganistan'ı sevmesinin sebebidir. Celaleddin'in babası bu şehrin ünlü âlimlerinden biriydi. Cami imamlarından ve medrese öğretmenlerindendi. Bir medrese müdürüydü. Ona olan saygıları "Mevlana Sahib" ve "Mevlevi Sahib" unvanlarından açıkça görülmektedir. Yani "Mevlana" unvanı ona aitti. Babasının vefatına kadar Celaleddin'in lakabı "Mola Celaleddin" idi. Babasının ölümünden sonra "Mevlana" unvanı babadan ona miras kaldı ve halk ona "Mevlana" lakabını verdi.
 
Açtı çiçek yüzünü, Belh Şehrinden Mücevher
Anlam kattı yaşama, sözleri altın gevher
Horasan'dır vatanı, Anadolu Sultanı
Türk töresinden yiğit, şaşaalıdır şanı
Tecrübe konuşuyor, her mısra her beytinde
Bin bir insanın aklı, Türkistan yiğidinde
Dalga dalga iniyor, Şemseddin divaninden
Tebriz şaklında cevher, aklıma her aninden
Ben bir uşak sultana, evliya hayatıma
Vali seçtim kendime, anlam verdim tadıma
 
Şemseddin, dinin nuru anlamına gelir. Tebriz, dalga şeklinde inen anlamına gelir.  Edebiyat Divanı'nda "evliya" kelimesi Topluma birçok hizmette bulunmuş anlamına gelir.
Türkiye Bilim adamlarının bir başka hatası da Mevlana'nın adını şöyle yazmış olmalarıdır: " Celaleddin Muhammed Belhi".
Mantık çerçevesinde olmayan ve olayın merkezinden elde edilmeyen herhangi bir bilgi binlerce kişi konuşsa bile gerçeklerden uzak olacaktır. Peygamber ismi, ismin başında geldiğine göre, isimden sonra gelirse, Peygambere saygısızlık olmaz mı? Muhammed Celaleddin Belhi olmalı!
 
İşlik beden içinde, bir gizemden içeyim
Sırlarla dolu divan, gökyüzüne uçayım
Bir tane kar misali, Kelebek ömrüm ile
Sarhoş olup manadan, Bellek yola geçeyim
 
Şimdi şu soruların cevabını bulacağız: Mevlana'nın ailesi neden Belh şehrini terk etti?
ــ Mevlana kaç yaşındaydı?
ــ Mevlana kimin öğrencisi idi?
ــ Mevlana'nın bilgisi nereden geliyor?
 
Mevlana'nın ailesi neden Belh'ı terk etti?
Cevap: Cengiz Han zaferi için terör politikasını seçti. Fetihlerindeki zulmün dehşeti Moğolistan'dan başlamış ve bir su dalgası gibi her yere yayılmıştı. Belh'e ulaşan panik herkesi kaçmaya zorladı. Celaleddin'in babası Belh‘in büyüklerinden biriydi. Ona saygı duyan halk, Cengiz'in zulmünden kaçmak için ona geldi ve Mevlana'nın ailesi, onların isteği üzerine büyük bir kervanla Belh şehrinden ayrıldı. Afgan halk masallarında bu doğru olmasaydı başkalarının yorumu değerli olurdu.
Horasan'da halk masallarının çok önemli olduğunu unutmayalım. Her hikâyenin özünde bir gerçek vardır.  Mesela bir Türk çocuğunun kurtla olan hikâyesi bir halk masalıdır. Bu hikâyenin gerçeği kurt ile Türk ırkı arasındaki düşmanca ilişkidir. Orta Asya'da koyun gibi küçük hayvanlar bol miktarda bulunuyordu. Çünkü İklim bu iş için uygundu. Bir coğrafyada otçul hayvanlar yaşıyorsa etçil hayvanlar da o coğrafyada yaşayacaktır. Şüphesiz hayatın kanunu budur. Orta Asya'da etobur hükümdar kurttu. Türkler Orta Asya'ya gelince hayat kanunu kurtları Türklere düşman kıldı ve düşmanlık başladı. Bu düşmanlık Türk aklına yeni dersler verdi. Örnek: Orta Asya'nın geniş coğrafyasında kaybolan Türkler, Ergenekon hikâyesinde olduğu gibi kurtların bilgeliğinden yararlanmışlardır. Bu hikâyede kurtlar yiyecek arayan hayvanlardır. Yiyecek bulmak için Ergenekon'un dışına çıktılar. Kabile hayvanlarının nerede olduğunu biliyorlardı. Türkler bu kurtları kovaladılar ve Şehre ulaştılar. Türkistan ve Horasan'da bir gerçeklik olan Türkler ile kurtlar arasındaki düşmanlık, halk masallarında dostluk olarak anlatılır. Zira insanın varoluş kanununa göre insan, zora karşı dostluk kurar. Horasan'daki akıl Türklerle kurtların ilişkisine bu mantıkla bakıyor, bu ilişki her yerde bu mantıkla görülecek mi? Horasan folklorunda bir Türk çocuğunun kurt tarafından büyütüldüğü söylenir, bu hikâye binlerce hikâyeden sadece biridir, bu hikâyeyi Gerçek mi sayıyorlar?
 
Kara bulut yaklaşmış, kaçmışlar çaresizler
Kasırga almış yaşamı, iblisten her yerde izler
Belirti önceden gelmiş, horasan diyar ’inde
Periyot değişmiş, insanlık cevherinde
Aritmetik geçmiş, her kötü olmuş sultan
Anekdot Moğol den inmiş, ağlatmış örfi le şeytan
Yeni Bir delikanlı, Celaleddin o çağda
Olgunluğa geçmiş o, yavaş yavaş gül bağda
Mevlana şöhretle, baba önder bir insan
Horasan diyarında, kendisi ayrı sultan
Toplanmışlar dert için, önder söylese fikir
Totaliter Cengiz’den, kaçsalar bütünlük bir
Ortak bir düşünce le, çıkmışlar Horasan’dan
Uzun bir yola düşüp, kurtulmuşlar Şeytan’dan
 
Horasan'a yapılan Moğol saldırısının tarihi bize ve size bu gerçeği söylüyor ama bazı insanlar tarihin gerçeğini değiştirmeye çalışıyorlar, şöyle diyorlar: "Mevlana'nın babasının Harezmşahlar ile kötü ilişkileri vardı ve onların baskıları nedeniyle Belh'ı terk etti." Bu gerçeği değiştirmeye yönelik bir yalan ve aldatmacadır. Gerçeği değiştirmeye çalışıyorlar. Bu iddianın yanlışlığı, Mevlana'nın ailesiyle birlikte hareket eden kervanın ve Moğolların Horasan'a saldırmasıyla yıpranmıştır.
Mevlana'nın babasının ulaştığı her şehirde ya onun için bir medrese kullanıldı ya da yeni bir medrese yapıldı. Çünkü Horasan halkı onu yalnız bırakmadı. Bunun tersi ise Horasan tarihi ve Horasan gelenekleriyle çelişmektedir. Celaleddin'in devrinden itibaren Mevlana'nın tarihini araştırmayanlar yanılgıya düşerler. O'nun zamanındaki her tarihi olay, o'nun zamanından itibaren incelenmelidir. Bu yazıda önemli olan başkalarının ifadesi değil, "mantıktır"!
 
Kolay gelse bir zafer, değerin düşmanı o
Zorla kazansan onu, çalışmanın şanı o
Kime nasip olmuş ki, Su üstünden inciler?
Derya altında cevher, hakikat nişanı o
 
Neden çok büyük bir karavanla?
Gerçeği bilmek için Horasan geleneklerini bilmemiz gerekir.
Bilgi, insanı diğerlerinden üstün kılan, insan hayatındaki en büyük güçtür.
Kabile kültürü Mevlana zamanında Horasan'da yoktu ve bugün Afganistan'da hiçbir rolü yoktur. Yani Tarikatçılık, kabilecilik ve Şeyhlik kültürü yoktur. Dini âlimler ve sıradan insanlar liderlik rollerini üstleniyorlardı, ancak kararlar bireysel bazda alınıyordu. Horasan'ın gerçeği budur, çünkü edebiyat divanının kültürünün bir rolü vardır. Bu kültür Türklerin çadırlarından başlamış ve Horasan'da olgunlaşmıştır.
Örnek: Mevlana'nın babası din adamlarından ve halk âlimlerinden biriydi. Her gece evine onlarca misafir geliyordu. Bu misafirler şehir ve kasabalardan geliyordu. Bunlar Belh'e iş ya da bir davayı çözmek için gelen insanlardı.  Eller boş değildi. Celaleddin'in ailesine ellerinden gelen her şeyi getiriyorlardı. Ev işlerine katılıyorlardı. Yani o'nun evini kendilerinin sanıyorlardı. Bu Horasan halkının kültürüydü ve hala da öyle.
Bu kültür Horasan halkı ile birlikte Anadolu'ya gelmiş ve Anadolu'nun hükümdarı olmuş, ancak 18. yüzyıldan sonra yavaş, yavaş bu kültürün içeriği değişmiş ve yerini Şeyh kültürü almış ve artık Türk toplumunda görülebilir hale gelmiştir. Horasan kültüründe bilime saygı duyulurdu, ancak Türkiye'nin Şeyh kültüründe bilimin yeri şeyhin soyu tarafından işgal edilmiştir.
Horasanda İdeolojik bir sorun yoktu. Aşiretçilik sorunu yoktu. Irk sorunu yoktu. Bireysel karar verme kültürü vardı, kuşkusuz Horasan gerçek laik yaşamın merkeziydi ve hala da insanların kültüründe öyledir.
Taliban'ın NATO'ya karşı kazandığı zaferin en önemli nedeni Afgan halkının kültürüydü. Taliban liderlik grubu bu kültürün değerini biliyordu. Mali gücü ve halk gücü olan bir kişinin Taliban örgütüne girmesine izin verilmediği bir gerçekti. Anlamamız gerekiyor ki Afganistan'da kararlar bireyler tarafından veriliyor. NATO ve Raşid Dostum gibi güçlerin başarısız olmasının nedeni Afgan halkının kültüründen uzaklaşmasıydı.
(NATO'nun başarısızlığının nedenini dördüncü kitapta yazacağım. Herkesi şaşırtacağım)
 
İyi ya Kötüde olsa, bağlıdır sana hayatın
Elinden beceri gelse, elinde sinin tahtın
Huzurum kaçmasın diye,  Dağıtma Değerlerini
Kıymetin o kadar olur, hakikat sinin Fiyatın
 
Mevlana'nın babası bu kültürdeydi. İnsanlar bu kültürün etrafında toplandılar ve Celaleddin'in ailesi büyük bir kervanla Belh‘ten ayrıldı. Belh'ı terk ettiler ama Belh ve Horasan onları bırakmadı. Kervan her şehre ulaştığında Mevlana'nın evi Horasanlılarla doluydu. O'nun babası gittiği her şehirde Horasan halkının dinine hizmet etti. Horasan kültürü onlardan uzaklaşmadı. Celaleddin'in babasının bir bilim adamı olarak ziyaret ettiği her şehrin yöneticilerini etkilediği şey Horasan kültürüydü. Her hâlde yönetenlerin iktidarlarını sürdürebilmeleri için halkın desteğine ihtiyaçları vardır.
 
İki Kural Hayatta var, Zehirden gelmez şifa
Kaba ki dostun olsa, bekleme ondan vefa
Ömre ömür katan, Mucize odur insan
Değere Değer biçen, türetir kıymetli Safa
 
Mevlana Belh şehrini terk ettiğinde kaç yaşındaydı?
Türk hükümetinin resmi ve belgeli bilgilerinin bir kopyasıdır. Türkiye Diyanet Vakfı'nın resmi internet sitesinden: "6Rebîülevvel 604’te (30 Eylül 1207) Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya geldi (Ferîdûn-i Sipehsâlâr, s. 22; Eflâkî, I, 73). Öte yandan Dîvân-ı Kebîr’deki bir şiirinden hareketle (III, 49) Şems-i Tebrîzî ile buluştuğunda (642/1244) altmış iki yaşında olduğu, dolayısıyla doğum tarihinin 580 (1184) olması gerektiği ileri sürülmüşse de (Gölpınarlı, ŞM, sy. 3 [1959], s. 156-161), Hellmut Ritter bu iddiayı geçerli bulmamıştır (EI2 [İng.], II, 393). "
 
Değerli dostlar, Mevlana Divan Kebir'de Şems Tebrizi ile görüşmesi hakkında herhangi bir bilgi vermemiştir ve bu iddia Divan Şems'in mantığına aykırıdır.
Bu bağlamda farklı adreslerde farklı yaşlar bulunmaktadır. Anadolu'dan verilen bilgiler Mevlâna'nın çok küçük olduğunu göstermektedir. Çünkü Mevlana'yı Romalı olarak tanıtmaya çalışıyorlar. Horasan'ın verdiği bilgilere göre Mevlana, Anadolu'nun iddia ettiğinden daha büyüktür. Horasanlılar notlarında Mevlâna'yı Horasanlı olarak tanımlamaya çalışmışlardır. Bir şair olarak fikrimi ifade edersem benim için yaşın önemi yoktur, değerli olan o'nun kişiliği ve eserleridir. Mevlana ile ilgili bilgiler o kadar çok rivayetle doludur ki çelişkileri hepsini şüpheye düşürmektedir. En mantıklı bilgi, Celaleddin'in eserlerini, Horasan geleneklerini, döneminin siyasi ve sosyal olaylarını bilmektir.
 
Yere düşmez us aklım, irfan’sız su içemez
Divandan aldım dersi, hakikatsiz biçemez
Girerse Hicran Arada, paslanır edebiyatım
Edebiyatsız toplum, düzgün yolu seçemez
 
Mevlana'nın öğretmeni kimdi ve kimden eğitim aldı?
Türkiye Diyanet Vakfı'nın resmi internet sitesinden Türk hükümetine ait resmi ve belgeli bilgilerin kopyası: "Bahâeddin Veled, Konya’da Altınapa (Altun-aba/Altunpâ) Medresesi’nde iki yıl müderrislik yaptıktan sonra 18 Rebîülâhir 628 (23 Şubat 1231) tarihinde vefat etti. Bu sırada yirmi dört yaşında olan Mevlânâ (Eflâkî, I, 29, 32, 48) babasının yerine geçip müderrislik yapmaya başladı. "
 
Sevgili dostlar, Mevlana, babasının ölümüne kadar "Molla Celaleddin" idi. Babasının ölümünden sonra "Mevlana Celaleddin " oldu.
            Babasının zamanında Horasan geleneklerine aykırı olduğu için "Mevlana" unvanını kullanamıyordu. İran'da ve Anadolu'da bu gelenek yoktu. Bu gelenek bu iki coğrafyada yaygın olmadığından Celaleddin adıyla Mevlana’nın ünü kulaktan kulağa yayıldı. Eğer o Horasan'da olsaydı bu şöhret onun olmazdı. Anlamamız gerekiyor ki Horasan'ın her kasabasında ve şehrinde Mevlanalar vardı. Bir diğer sebep ise o'nun "şair" olmasıdır. Daha ziyade Celaleddin'in zamanında Anadolu'ya onlarca Mevlana geldi, ancak o'nun ölümünden sonra şiirleri "Mevlana Celaleddin'in Şiirleri" olarak anılmaya başlandı. Bu, bu şöhretin Edebiyat Divanı'nın şiirlerinden olduğu ve dini bir meseleyle ilişkilendirilmemesi gerektiği anlamına gelir.
 
Herkes mecnun olmuş, bir leyla arkasından
Arif’e leyla Kendisi, Kendi zat yakasından
Akıl bilinçle gelse, ruh beden gül uykuda
Zer yiyemez zehir yiyen, cahil alakasından
 
Türkiye Diyanet Vakfı'nın resmi internet sitesi şöyle devam ediyor: "çocukluğu sırasında terbiyesiyle meşgul olan, Bahâeddin Veled’in müridlerinden Seyyid Burhâneddin Muhakkık-ı Tirmizî şeyhini ziyaret etmek için Konya’ya geldi, ancak burada şeyhin öldüğünü öğrendi (Sultan Veled, s. 244-246). Seyyid Burhâneddin’in daha önce şeyhinin vefatından haberdar olduğu, rüyasında Bahâeddin Veled’in kendisine oğlunu irşad etmesini söylediği için Konya’ya geldiği de kaydedilmektedir (Ferîdûn-i Sipehsâlâr, s. 120; Eflâkî, I, 56-57)"
 
Not: Türkiye'deki bazı kişiler, bir şair ve edebiyatçı olarak Mevlana'nın rolünü küçümsemeye ve o'nun hayatının her alanına dini bir renk katmaya çalışmaktadır. Bu ahlak onların Celaleddin'in ilminin özünden zerre kadar istifade etmemelerine sebep olmuştur. Türkiye'nin edebiyat kültüründen yoksun olmasının nedeni de bu ahlaktır. Onlara "Her büyük millet milli edebiyatla ayaktadır, atalarının edebiyatını yok eden Türkiye'nin şimdi nasıl bir edebiyatı var" diye sorulsa, Milli Eğitim Bakanı dâhil hiç bir kişi cevap veremez. Gerçek şu ki Türkiye'de edebiyat eksikliği var.
Mevlana'nın rüyalarla ve şeyhlerle buluşması akıl hastalığından başka bir şey değildir. Bu insanlar safsatayı seviyor!
 
Uykuda anlamazlar, uyanık durumunu
Uyma düşünce gelmezse, bulamaz yorumunu
Uğraşmalar bilgisiz, dar çerçeve içinde
Akıl gözü olmasa, sulamaz konumunu
 
Siteden: "Ayrıca Mevlânâ’nın on yedi veya on sekiz yaşında iken Lârende’de Semerkantlı âlim Şerefeddin Lâlâ’nın kızı Gevher Hatun’la evlendiğini, 623’te (1226) Sultan Veled’in, bir yıl sonra da diğer oğlu Alâeddin’in dünyaya geldiğini kaydeder (a.g.e., I, 22-29, 48, 303). "
Siteden: " Devletşah’a göre bu görüşmede Ferîdüddin Attâr Mevlânâ için babasına, “Bu senin oğlun çok zaman geçmeyecek, âlemde yüreği yanıkların yüreğine ateşler salacaktır” demiştir. " Hellmut Ritter, Ferîdüddin Attâr’ın o tarihlerde muhtemelen hayatta olmadığını belirterek bu buluşmayı şüpheli görmüşse de (İA, III, 53) Attâr’ın 618 (1221) yılına kadar yaşadığı bilinmektedir (DİA, IV, 95). "
 
İşte size Celaleddin'in öğretmeni ve rehberi ve eşi hakkında verdiğim transkriptler. Bundan Horasan'ın Mevlana'yı terk etmediği bir kez daha anlaşılıyor. Mevlana hayatının son anına kadar Horasanlı bir Müslümandı. Türkiye'nin sorunu Mevlana'yı Horasanlı bir Müslüman olarak tanıyamamasıdır. Türkiye'de bazılarının kafasında Türklerin tarihine karşı bir düşmanlık var. Türklerin büyük tarihini küçümsemeye çalışıyorlar.
Horasan'ın tarihini, geleneklerini bilmeyen bir Türk, kendi kişiliğini anlayamaz. Geçmişini bilemez.
Türk tarihimizin çok önemli bir kısmı edebiyat ve laik yaşam tarzıdır. Bu iki cevherin çok eski çağlardan bu yana bir evrim sürecinden geçtiğini unutmayalım.
Biz Horasan Türkleri için Türkiye'nin bu konudaki anlayışsızlığı acı vericidir. Türkiye'de tarih yazım tarzı değişip tarih aydınları arasında popüler hale gelirse, Türkiye maneviyat açısından zenginleşecektir.
 
Bakmıyorlar us akille, ne yapayım sultanım?
Bilgisizlik din olmuş, ağlıyorum hakanım
Olmanın insan oluşu, İyi görmekle biter
Gelmemiş bilinç akile, cana canım cananım
 
Türkiye'de İslam'ın yanı sıra Arap kültürünün de hâkim olması rol oynuyor ancak Horasan'da bu yöntem mevcut değil.
Örneğin Orta Asya cumhuriyetlerinde tek fikirli komünist düşünce 72 yıl boyunca dini ve kültürel değerleri yok etmeye çalışmış ancak bu dönemden sonra insanlar Horasan kültürüne geri dönmüşlerdir. Bu algıya sahip olmalıyız toplumun temelinde eski Horasan medeniyeti vardır.
Tacikistan'da ve diğer Orta Asya cumhuriyetlerinde komünist dönemden sonra dini radikaller ortaya çıktı, ancak tutunabilecekleri bir yer yoktu. Ya da Afganistan'da Mücahit denilen radikal dini gruplar millete zarar verdi ama Mücahitler Afgan halkı arasında sosyal bir taban bulamadı. Artık Taliban dünyanın Afganistan halkına armağanıdır. Dünya Taliban'ın ömrünü uzatmazsa, bu grup Afgan halkının kültürünün baskısı altında değişecektir. Çünkü Afganistan toplumunda Tarikatçı dini düşünceler yoktur. Unutmayalım ki hiçbir toplumdaki yaşam tarzı kültürü, o toplumun insanlarıyla bütünleşmeden ayakta kalamaz. Kültürlerarası evlilikler çok zaman alır ve çok fazla çalışma gerektirir. Afgan halkının temel yaşamında bunların hiçbiri mümkün değil. Zira laik yaşam tarzı çok derindir.
Lütfen Türkistan'ın laik yaşam tarzını tartışırken Türkistan laikliğine Türk toplumu perspektifinden bakmayın. Laiklik Türkiye'de slogan haline gelmiş. Türkistan'da bu kelime hiçbir dilde bulunmamaktadır zira Türkistan halkının yaşamının doğal bir parçasıdır laik yaşam. Mesela Afganistan'daki savaştan önce bir kız ücra bir köye öğretmen olarak atansa köyün kadınları ve erkekleri ona olumsuz bakmazdı. Giyinme şekline kötü bakılmıyordu. Yani koyun ayaklarıyla, keçi ise Kendi ayaklarıyla asılıydı! Baskı siyasetine izin verilmezdi ve devletin yönetiminde dine izin verilmezdi, çünkü birkaç din vardı ve her din eşit haklara sahipti, yani din siyaset yapamazdı. Bu kültür, Horasan ülkeleri halkının damarlarında ve kanında var ve onu değiştirmek mümkün değil. Horasan ülkeleri halkının hayatında laik sloganlar ve Edebiyat Divanı'nın sloganları yoktur ancak hayatın her alanında bu kültür hâkimdir. Yani herkes edebiyat divanın elindedir. Bu, herkesin şair olduğu ve herkesin edebiyat okuduğu anlamına gelmez. Aydınların Küçük bir grup bu kültüre mensupsa, edebiyatın topluma önderlik etmesine yeterlidir. Bir toplumda edebiyat kültürü zayıfsa Şeyh kültürü gibi başka kültürler topluma hâkim olur.  
Komünistler Afgan halkının yaşam sahnesine girdiğinde radikalizm radikalizmi yarattı ve bütün milli değerler zarar gördü. NATO bu olaya müdahale ettiğinde edep ve ahlak zedelendi.
Taliban'a liderlik eden Akıl, NATO'nun hatalarından yararlanarak yeni bir Afganistan inşa etmek için Taliban'ı siyasi arenaya çıkardı.
Bu grubun planında yaşanan iç savaşların tüm ahlakini Taliban'la yıkmak ve Taliban'ın aşırıcılığıyla da Afganistan halkına yeni dersler vermek, Afganistan'da yeni koşullar yaratmak ve Afganistan'ı yeni bir aşamaya getirmektir Eğer yapabiliyorlarsa program budur.
 
Gölge veren ağaçlar, unutulur buz tutsa
Mert namert dünyada, ezilir derdi yutsa
Mücadele meydanı, iki Günlük bu dünya
Cevher anlamına gör, içtiğin temiz sutsa
 
Horasan medeniyeti (altı ülke) Arap İslam'ını hiçbir zaman kabul etmemiştir ve kabul etmeyecektir. Bu medeniyet Kur'an-ı Kerim İslamini kabul etti ve Kur'an'ın Peygamberini kabul etti. Bu Kültür o kadar derin ki, Pakistan medreselerinin en radikal din adamları olan Taliban, Afganistan'ın kendi İslam'ına sahip olduğunu iddia ederek en ufak bir Arap dini tarzını bile kabul etmiyor.
Eğer Türkiye, Horasan ülkelerindeki bu gerçeği anlamaz ve bu ülkelerde Türk İslamiyet’ine uygun davranmazsa, Türkiye'nin çıkarları zarar görür.
 
Anla ki Ruhsuz, bir gizem yolun
Sırlarla dolu, bu yol sağ solun
Nerden geldin, bilmiyorsun gizem
Bugünü yaşa, belki yarın esmer çölün
 
Şimdi bu gerçeği Mevlana'yı tanımak için kullanalım. Türkiye'de bir şeyhlik kültürü var Saygı duyuyorum. Hz. Mevlana'nın Horasanlı bir Müslüman olduğu eserlerinden anlaşılmaktadır. Mevlana'yı Türk şeyhliğinin kültürü açısından tanıyorsak, onu tanıyabilir miyiz?
Hayır, mümkün değil!
Türk âlimlerinin Şems-i Tebrizi'yi bir insan ve bir şeyh olarak kabul etmeleri iyi midir ve bu hakikat anlayışı eksikliği onları utandırmaz mı?  
Mevlana'yı Türk âlimleri açısından incelersek, o Şeyhlerin öğrencisidir. Bu, Celaleddin'in bütün ilimleri şeyhlerden öğrendiği ve öğrendikten sonra evliya olduğu anlamına gelir. " evliya " mertebesine ulaşan Mevlana, evliya vasfıyla muhteşem eserler meydana getirmiş anlamına gelir.
Bu yanılgı, 21. yüzyıl Türk bilim adamlarının Mevlana'nın kişiliği hakkındaki algısıdır. Diyorum ki: "Cengiz Han" Mevlana'yı Celaleddin Horasan'dan yarattı. Bu kitapta bu tezi kanıtlayacağım.
 
Uyudum gördüm rüya, dedi bir mest
Uykuda herkes olsa, olmaz sermest
Uyuyan bir zekâdan, sarhoşluk iyi
Uykuda olsa insan, hep derdest
 
Mevlana'nın babası " Bahaeddin Veled " ve hocası " Seyyid Burhâneddin Muhakkik-ı Tiremiz iyi" bir Horasanlının bakış açısıyla incelersek, onlar popüler, dindar ve âlim kişiliklerdi. Horasan tarihi ve Horasan gelenekleri açısından incelersek, güçlülerin gözündeki itibarları, onları destekleyen o dönemin insanlarının sayesinde mümkün olmuştur. Yani halkın rolü onların güvenilirliğini yaratmıştı. Şüphesiz Horasan geleneklerinde halka hizmet eden şahsiyetlere saygı gösterilirdi. Ama onları Türkiye Türk âlimleri açısından inceleyecek olursak, onlar din âlimleriydi ve İslam Peygamber’ine ve Hazreti Osman'a yakındılar. Unutmayalım ki "Halkın gücü" ve "bilim" her zaman rol oynar. Bu gerçek göz ardı edilir ve akıl, safsatanın eline düşerse, insan her iki cihanın da yüz karası olur.
 
Ömür başlanmış anlamadım geçmiş Ömür
Rüzgârım su olmuş hamurum ham Hamur
Üzülmecem ki hiç gelmez iki gün
Biri ki geçti benden o biri olmaz Temür
 
Mevlana okuma-yazmayı babasından ve üstat Burhaneddin'den öğrendi. Onlardan sadece okuryazarlık öğrendi. Şimdi soru şu: Bir insan okuryazarlık kazanarak "bilim adamı" olabilir mi?
En önemlisi, "Bir edebiyat şairi olabilir mi?"
Kendini insan sanan herkesin kafasında bir akıl vardır. Bir kez aklıyla düşünse yavaş yavaş öğrenmese bilim adamı ve şair olabilir mi?
"Cengiz Han" Mevlana'yı büyük bir şair ve bilim adamı yaptı.
            Şeyhler değil!
Nasıl?
Cevap: Mevlana, babasının dini bir figür olduğu bir ailede doğdu. Babası Belh halkının hizmetkârıydı. Evi insanlarla doluydu. Çünkü Horasan geleneğinde o halka aitti ve halk da ona aitti. Her gün onlarca insan geliyordu gidiyordu.
Bana "Bilginin kaynağı nerede değe sorsalar Adresim "İnsanlar" olacak.
İnsanların denizdeki taşlar gibi olduğunu hayal edin, Denizin taşları arasında inciler yok mu?
İnsanlardan ders almayan kişi âlim olamaz. Kuşkusuz bilim parça parça insanlardan öğrenilir, elbette "tecrübe" insandadır.
Babasının evinin atmosferinde doğan Celaleddin, hayatının başlangıcından itibaren insanların arasındaydı. Babası bir bilim adamı ve halk figürü olduğundan eğitimli insanlara aşinaydı. Dolayısıyla öğrenme şansı hayatının ilk günlerinden itibaren başlamıştır. Gençliğinde Hayat Kervanı Moğol terörüne maruz kaldı. Cengiz Han'ın zulmüne duyulan korku insanları duygusal olarak tahrik ediyordu. İnsan hareketi bilimin ve tecrübenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Zira herkes evden çıktı ve herkes tartışmaya dâhil oldu. Bu durum Cengiz Han'ın zulmünün yarattığı gerekli bir adımdı.
ــ Konuşma, konuşmadan bulunabilir.
ــ Tecrübe tecrübeden öğrenilir.
ــ O dönemde Horasan dünya medeniyetinin merkezlerinden biriydi.
ــ Anadolu'da hiçbir şey yoktu.
ــ Avrupa'da hiçbir şey yoktu. Horasan küresel ekonominin merkezlerinden biri olduğu için bilgi ve tecrübe açısından zengindi. Deniz ticaretine kadar Horasan'ın ticari ve ekonomik merkezi olduğunu unutmayalım. Horasan Doğu ve Batı ticaretinin iletişim merkeziydi. Ekonominin olduğu her coğrafyada medeniyet de vardır. Medeniyet varsa bilim de vardır. Moğol terörü nedeniyle Belh’i terk eden aile, Celaleddin'in bilgi ve tecrübe kazanması için çok önemli bir aşamaydı. Onlarca tecrübeli insanla konuşuyordu. O dönemde insanlar dinamikti ve bunun nedeni de yaşanan büyük siyasi krizdi. Bu dönemi anlamak için Avrupa Rönesans dönemini inceleyebiliriz. Avrupa'da derin krizler olmasaydı Rönesans yaşanmazdı.
İhtiyaç evrimi yaratır. Mevlana dönemine bu açıdan bakmak gerekir. Bu açı o'nun eserlerinin ruhunda ifade edilmektedir. Divan'ın değerli edebî eserleri, şairin yaşadığı dönemin siyasi ve sosyal koşullarını dile getirir. Mesela Mevlana'nın şiirlerini incelersek, insan uygarlığının korunması için çaba sarf edildiğini görebiliriz. O'nun şiirlerinde ahlakı ön planda tutmasının nedeni budur. Çünkü onun zamanında ahlak tehlikedeydi.
 
Pişmiş o delikanlı, yavaş yavaş zamanda
Tecrübeden o çağda, Pişmiş her bir anda
Gelmiş irfandan dolu, Tecrübeli insanlar
Türkistan diyarından, bilimli kağanlar
Almış o yavaş yavaş, bilimli her zenginden
Horasan töresi bu, toplamış enginden
Mucize bizde yoktur, evliyalık bir durum
Anlamlar farklı bizde, gerçektir bu yorum
Anlamasa bilgiyi, Yazabilir mi kelam?
Öğrenmese dersini, cahildir şekille tam
Bilinç akilde olsa, şeyh evliya kar etmez
Bilgisizliğin Kanı, bu çağda zekâ tutmaz
 
100 yıllık Moğol terörünün ardından küçük devletlerin ortaya çıkmasıyla dünya değişiyordu. Hafız Şirazi'nin şiirlerinden o döneme bakalım. Şiirleri yeni bir dünyayı yansıtıyor. Ahlakın ve iyiliğin ön planda olduğu Celaleddin'in şiirlerinde ve Hafız Şirazi'nin şiirlerinde din adamlarının ikiyüzlülüğüne karşı söylenen sert eleştiriyi görmekteyiz. Mevlana ve Hafız Şirazi'nin şiirlerini inceleyip bir sonuca varırsak, Celaleddin'in ahlakın bozulmasından endişe duyduğunu görürüz. Mevlana'nın ardından Moğol saldırısı nedeniyle ahlak bozulur ve ikiyüzlülük başlar. Hafız Şirazi o dönem hakkında bilgi vermiştir.
 
Üzüntümün perdesi, gözyaşıma inmiştir
Şamar yedim hayattan, bilince gam binmiştir
Yaralı kalple geldim, aklin vataninden
Çaresiz kuş gibiyim, yürek kanla sinmiştir
 
Mevlana kiminle tanıştı ve kimden öğrendi?
Celaleddin halkının yanındaydı ve onlardan öğrendi.
Sevgili dostlar, Mevlana Divan edebiyatının bir şairiydi. O, bir halk bilimcisiydi. O, edebiyatın Zekâsıydı.
Mevlana da senin benim gibi Horasan halkındandı. Horasan halkının tecrübe ve bilgilerini manevi mesnevisine yansıtmıştır. Yanlış ve karakterinin hakikatinden uzak bir unvan verilirse bu saygısızlık olacaktır. Bu o'nun eserlerine ihanet olacaktır. Bu onun bilgisine hakaret olacaktır. Zira eserlerinde her şeyi açıkça ifade etmiştir. Bu tarihi şahsiyeti eserlerinden tanıyamazsak onu tanıyamayız.
 
Acıdan ağlıyorum, yürek kan şah sultanım
Kültürü öldürmüşler, cansız can Şah sultanım
Nevaiymizin ruhu, ağlıyor ellerinden
Bilmiyorlar gerçeği, şah cihan şah sultanım
 
Hz. Mevlana'nın manevi mesnevisinde o'nun gayretlerinin zorluklarını görüyoruz ki âlemliğinin ruhunu ifade eder.   
Âlim, aklını başkalarının aklını kullanmak için kullanan kişidir. Cahil, cini şişeden çıkardığını iddia eden kişidir.
Mevlana en zeki öğrenciydi. O'nun eserlerinde bu ruhu görebiliyoruz. Cahil bir kimse, cini camdan çıkardığını iddia ederse, Mevlana'nın eserlerini ziyaret etmez, Onlara "mucize" diye bakar. Mesnevi manevi‘de Mevlana sadece Bahaeddin'in oğludur. O, Herkesten öğrenen, öğrendiklerini gözden geçiren, deneyimleriyle kazandığı yeni yaratılış biçimleri üzerine düşünen bir bilim adamıdır. O bir insandır başka bir konumu yoktur. Mesnevi manevide insan ahlakını yaşatmak için hikâyeleri örnek alan bir zat görmekteyiz. Kur'an'ı Horasanlı bir âlimin bakış açısıyla yorumluyor. Kimseyi rahatsız etmiyor. Sosyal görgü kurallarını dikkate alıyor. Yani klasik bir Horasanlıdır ama Divan Şems'te yeni bir karakter görüyoruz.
ــ Bir "sarhoş" görüyoruz.
ــ Bir entelektüel görüyoruz.
Divan Şems'te Celâleddin'in kimseyi umursamadığı görülmektedir. Âşıktır ve sarhoştur. Aklına ne gelirse insanlara sunuyor. Sevgilisi bazen göklerde, bazen de yerdedir. Ama onun gönül yarasının çoğu gökyüzündeki sevgilisiyledir. Aşkın amacı sevgiliyle oynamak değil, sevgilinin adresinden dünyaya mesaj göndermektir. Sevgilisiyle pervasızca konuşuyor. Bazen sert konuşuyor ama o kadar güzel bir edebi dil kullanıyor ki sevgilisinin onu sevdiğini sanıyor. Bazen dünya işlerinde Yumuşak olmayan kelimeler kullanıyor, sanki yoldan sapıyormuş gibi insanları eleştiriyor. Mesela: Hacıları ağır bir şekilde eleştiriyor ve şöyle diyor: Ey hacılar, neredesiniz Sevgilinizi görmek için dağların tüm ovalarını gezdiniz, dikkatli olursanız sevgilinizin duvarınızın yanında, çatınızda olduğunu anlarsınız. Onunla evde buluşmak için çatıya çıkın.
Mevlana Divan Şems'i yazdığında Anadolu'daydı. Horasan'da değildi. O zamanlar Küçük Asya coğrafi olarak Avrupa kadar gerideydi. Küçük Asya halkının düşünce tarzı Horasan kadar ileri değildi. Moğol terörünün etkisiyle bilgili insanların Anadolu'ya gitmesinin yolu açıldı ancak insanların Mevlana'nın şiirlerini anlama konusundaki yaratıcılıkları hala çok zayıfaydı.
 
Horasan cevheridir, başkaldırmış diyardan
Enikonu bilgiden, gül toplamış bu vardan
Oldukça iyi insan, benlik akille çıkmış
Önderlik zekisiyle, Kışı yakmış bahardan
Türkistan’dan bu değer, on olmuş güzel cevher
Övünme kültürünü, yaratmış itibardan
Hey meydan tay meydan, inmiş şarktan batiye
Anadolu aslanı, şerbet yapmış nardan
Kalbime miras ondan, Anadolu toprağı
Ölürüm Türkiye'me, bırakıt o rüzgârdan
 
Celaleddin'in Divan Şems'le başlayan şiirlerinin halk tarafından yeterince anlaşılmaması, bu olay onun için büyük bir sorundu. Çünkü o'nun sert eleştiri şiirlerini gören herkes hayrete düşmüştü. Bir grubun ona deli dediği dönemdir. Bazıları onu bilim adamı olarak nitelendirdi.
Mevlana'nın bizzat ifadesiyle, "herkes kendi bakış açısını gördü". Kimse Mevlana Celaleddin ‘den Mevlana Celaleddin'e bakmadı. Ailesi ona kötü gözlerle baktı. Toplumun ona karşı olumsuz bir bakış açısı vardı. Hiç kimse Mevlana Bahauddin'in oğlunun yoldan saptığına inanmıyordu ama toplumunun gözünde o yoldan sapmıştı. Ancak onların bakış açısına göre bu söz konusu bile olamazdı. Ama o yeni şeylerden bahsediyordu. Yeni diyalogları pek çok kişiyi üzdü ve şiirleri ağır eleştirilere maruz kaldı. Celaleddin değişmişti. İnsanlarla ilişkileri eskisi gibi değildi. Ailesiyle birlikte değildi, odasında yalnızdı. Bu nedenle "Çil Yasin" dizisinde yer alması gerekirdi. Herkes şoktaydı. Herkes bu felaketin nedenini anlamaya çalışıyordu. Hangi şeytanın esaretinde neler yaşandı? Ya da onu bu duruma kim getirdi? Cevaplanmayan sorular vardı.
Eserlerinin mantığına göre Mevlâna'nın büyük bir çıkmaza girdiğini anlayabiliriz. O zaman onu kimse anlamadı. Celaleddin'in dönüşümü herkesin ağzında bir hikâyeydi.
 
Bir sarhoş içmeyen cevher, dolaşmış bilinç bağda
Zekâdan gül toplamış, dolaşmış Dag dağda
Melisadan bir ilâç, yoğurmuş Akılla o
Dertlere deva olmuş, dolaşmış her bir çağda
 
Sevgili dostlar, Mevlana'nın acısını anlamak için o'nun yüzlerce gazelinden sadece biri şudur: Ey hacılar, neredesiniz? Bu şiirin mesajını düşünün. İyi ve popüler bir insan olan, halkın geleneklerine saygı duyan Mevlana, şimdi de bu şiiriyle halkı eleştiriyordu. Mesela bugün Türkiye'de bir din âlimi insanlara şunu söylese: Madem amacınız Allah'ı görmekse, neden bu kadar emek vererek Hacca gidiyorsunuz, o'nu evinizde görebilirsiniz. Evinin duvarları evinize yakın olduğu için çatıda görebilirsiniz. Türkiye halkı bu din âliminin sözlerini kabul edebilir mi?
ــ Bu din âlimi aklını kaybetmiş demiyorlar mı?
ــ Onun sözlerinin küfür olduğunu söylemiyorlar mı?
ــ 21. Yüzyılda Türkiye'de bunu yapmak kolay mı?
Şimdi Mevlana'nın yaşadığı Anadolu'yu düşünün, o zaman Mevlana'nın acısını anlayabilirsiniz. Mevlana'nın acısı çok büyüktü. Çünkü herkes ona karşıydı. Ailesi, arkadaşları, öğrencileri, herkes şoktaydı. Herkes suçlu arayışındaydı.
Bu günahkâr kimiydi?
ــ Hangi şeytan Mevlana'nın aklını çalmıştı?
ــ Mevlana neden yoldan çıkmıştı? Herkes suçlu arayışındaydı.
Sakin ve huzurlu bir yaşam Mevlana için mutlak bir gerekliliğiydi. Şüphesiz şiirlerini gürültülü yerlerde yazamıyordu. Alan sessiz ve diğerlerinden uzak olmalıydı. Celaleddin'in şairliği bu şartları gerektiriyordu.
Bir şair, sakin bir ortamda, sakin bir zihinle şiir yazabilir. Çok acı çeken Mevlana, kendisini bu acıdan kurtarmak için Attar ve Firdevsi gibi şairlerin bilgeliğinden yararlandı. Diğer şairler gibi o da Hayali bir kahraman yarattı.
O' hayatını insanların sözlerinden kurtarmak için zihninde " Şems-i Tebrîzî'yi " yarattı.
Halkın zihninde Şems-i Tebrizi'yi vermiştir. Halkın zihninde Şems-i Tebrizi suçluydu.
Ama Mevlana'nın zihninde Şems-i Tebrizi bir insan değil, bir düşünce ve bir felsefeydi, ancak halkın zihninde bir Azerbaycan şeyhiydi.
İnsan olmasaydı, kimse zarar verebilir miydi?
Asla!
Ama halkın zihninde "Şems Tebrizi" insandı ve Konya'dan çıkarılması gerekiyordu.
Değerli dostlar, Mevlana'nın sanatını tanıtmak amacıyla bir gazel yazdım. Bu sonenin sonunda Şems Tebrizi'nin adı geçmektedir. Bu sonenin mantığı Celaleddin'in sonelerinin mantığına benzer. Bu şiir Allah'a hitaben yazılmıştır. Yani Allah'a hamd etmek için yazılan bir dua türüdür. Şimdi soru şu, bu sonede üçüncü şahsın adını yazarsak mantıksal olarak yanlış olmaz mı? Sonenin başında yer alan "hakan" kelimesi Tanrı'nın bir alegorisidir. "güneş ve şems" kelimesi Tanrı'nın ışığını simgelemektedir. Her beyitte "khoda" kelimesini kullandım. "khoda" kelimesi Özbek, Dari ve Türkmen dillerinde "Allah" anlamına gelir. Sonede "Tebriz" kelimesi inişi simgelemektedir. Bu sonede geçen "Şems Tebrizi" ismi, "Allah'ın nurunun gökten dalga şeklinde inmesi" anlamına gelir. Şiiri okuyun ve her beyitte biraz düşünün. Eğer bu sonenin üslubunun sırrını bilirseniz "Şems Tebrizi"nin hakikatini anlarsınız.
 
Bana güneş hakanım, benim şemsim khodayım
Kalbime candan canım, benim şemsim khodayım
Senden hakka ulaştım, aşk içinde dolaştım
Hep Taptım can cananım, benim şemsim khodayım
Mat oldum ben aşkına, iki alam Nuri'ne
Bir göz atsan kanım, benim şemsim khodayım
Eriyorum sana ben, bir rüzgâr ver bana sen
Köle sana revanım, benim şemsim khodayım
Hatem gölge güneşten, inse keder şanstan
Arıyorum şanım, benim şemsim khodayım
İsa nefes sende, ölü misali bende
Sonsuz hayatta kağanım, benim şemsim khodayım
Bulut getir su ver, hep su gibi İnanç ver
Sana kalpten İnancım, benim şemsim khodayım
Tebriz olmuş bir cevher, Şems-i Tebrizi gevher
Boy büktüm ey sultanım, benim şemsim khodayım
 
Şimdi soru şu; Mevlana'nın gazeliyatındaki "Şems Tebrizi" nasıl bir düşünce ve felsefedir ve Celaleddin bu felsefeyle nasıl bir ibadet kültürü yaratmıştır?
"Şems" ve "Teb" ve "Riz"
Mevlana "Şems Tebriziyi" üç kelimeden yarattı. "Şems" Arapça bir kelimedir. "Teb", artık "dari" kelimesi haline gelen Türkçe "tav" kelimesinden türetilmiştir. "Riz" Farsça bir kelimedir.
"Şems" kelimesi Türkçede "güneş", Farsça'de "kurşid", Dari'de "Aftab", "kurşid", Özbekçe ve Türkmence'de "Kuyaş, Aftab ve güneş" anlamına gelmektedir. Aynı şekilde dünya çapında yüzlerce isim ile tanıtılmıştır. Bu isimlerin tamamı insanlar tarafından kullanılmıştır. Şems'in varlığını bu "yıldızdan sorarsak, bu yıldızın görevi dünyaya "ışık saçmaktır". Mevlana'nın "şems" kelimesinin anlamı yıldızın ışığıdır. Celaleddin'in her gazelinde "Şems" kelimesi Allah'ın nurunu yansıtır ve Allah'ın nuru insanın üzerine parlar. O'nun Gazellerinde Teb kelimesi titreme ve dalga anlamına gelir. "Teb", Dari Farsçası Türkçe "tav" kelimesinden türediğinden "titreme ve dalgalanma" anlamına gelir. Bu titreme, kişi üşüttüğünde meydana gelir. Titreşim "dalgalar" halinde meydana gelir. Farsçada "Riz" kelimesi iniş anlamına gelir.
Mevlana bu üç kelimeyi bir araya getirdi ve " Şems Tebrizi "i yarattı. O'nun sonelerinde "Şems Tebriz", "Tanrı'nın ışığı insanların üzerine dalgalar şeklinde düşer" anlamına gelir. Celaleddin, Allah'ın hitabından insanlara hitaben yaptığı mesajı aktaran sonelerinde "Şems Tebrizi" ve "Şemseddin" ile "Şems" ve "Tebriz" kelimelerini kullanmıştır. O'nun bütün şiirlerinde "Şems Tebrizi", Allah'ın nuru ve İslam'ın nuru dalga şeklinde insanların üzerine düşen anlamına gelir. O' yüzlerce kez "Şems" ve "Şems Tebrizi" kelimelerini kullanmış, ancak Azerbaycanlı Şeyh hakkında bilgi vermemiştir. O'nun Divan Şems'inin sonelerinin mantığı Tarikat ve Şeyh ile çelişmektedir. Şimdi soru şu: Mevlana, Şems-i Tebriz’inin teorisini insanlardan kurtulmak ve daha fazla zaman bulmak için mi ortaya attı, yoksa bunu kendi çıkarı için kullanması bir tesadüf müydü?
Her ikisi de mümkün olabilir.
Neden insanlar, ailesi de dâhil olmak üzere, "Şems Tebrizi'yi" Azerbaycan'ın Tebriz şehrinden bir sihirbaz olarak görüyorlardı?
Soru şu: Bilgi nedir?
Başkalarından alıntı yapmak bilgi kaynağı olabilir mi, yoksa bir olayı merkezinden bilmek ve anlamak bilgi midir?
Eğer bütün Türkiye halkı Şems-i Tebriz'i Tebriz'in Şeyhi olarak görüyorsa, fakat Mevlana'nın şiirlerinin mantığı bu olayla çelişiyorsa ve O’ tek kelime bilgi vermemişse, o zaman bunlardan hangisi güvenmeye değer?
Bunu anlamamız için iki kaynağımız var. Biri Divan Şems, Diğeri ise Horasan Edebiyatı Divanı'nın kültürü!
Horasan Edebiyatı Divanı geleneklerinde Şeyhi kültürünün yeri yoktur. Bu kültürde düşünme ve öğrenme esastır. Edebiyat Divanı'nın şairleri halkın talebesidir. İnsanlardan öğrenirler ve onları insanlara verirler. Eğer bir şair bir şeyhin öğrencisi olarak tanıtılırsa ya da bir iki profesörün öğrencisi olarak tanıtılırsa, bu mantıksızlık onların cehaletini gösterecektir. Şüphesiz Edebiyat Divanı geleneklerinde bu yöntem mümkün değildir. Mevlana, Horasan gelenekleri içinde büyümüş ve Edebiyat Divanı'nın kültüründe yaşamıştır. O’nun saygılı eserleri karşısında bu gerçeği inkâr eden var mıdır?  
 
Işık saçmış duygulara, Horasan'dan bir değer
Miras kalmış ondan zer, Mücevher gibi gevher
Haylaz olmasan kalbim, yaramaz üşengeçlik
Gece gündüz incele, incelen kalbine ser 
 
Mevlana'nın Sema ibadetini Şems Tebriz’inin tezinden yola çıkarak yarattığını Divan Şems'ten biliyoruz ama nasıl?
Horasan geleneklerinde sağ el dostluğa teslimiyeti temsil eder. Horasanlılar selam verirken sağ ellerini kalplerinin üzerine koyarlar. Bu gelenek karşı tarafın dostluğuna teslim olmak anlamına gelir. Elinizi kalbinizin üzerine koyduğunuzda dostluk mesajı gönderirsiniz.
Anlamı: Kalbimde bir yerin var!
"Şems Tebriz" kelimesini kullanan Mevlana bu manayı Şiirlerinde şöyle ifade eder: Allah'ın nuru yeryüzüne dalgalar halinde düşer.
ــ Şems ışık demektir.
ــ Teb "titreyen dalgalar" anlamına gelir.
ــ Riz "inmek" anlamına gelir. Celaleddin'in Şems Tebriz'den bahseden her gazelinde o şiirde Allaha aşk vardır. O’nun tasavvuf şiirlerinin çoğunda "Şems Tebrizi" kullanılmaktadır. Bu şiirlerde iki kişi vardır; Allah ve Mevlâna.
Mevlana'nın şiirlerinde üçüncü şahıs yoktur ancak mesajı halka yöneliktir. O’ İlahi ve dünyevi aşk için şiir yazmadı. Bütün şiirleri insanlar için yazılmıştır. Bu şiirlerdeki "Mantık", "Şems" kelimesine "Allah Nuru" anlamını vermiştir. Şems Tebriz’inin şiirinin mantığı Allah'ın nurunun yeryüzüne inmesidir. Elbette her şiir bu anlamı veriyor. Örneğin: Allah'ın nuru dalgalar halinde yeryüzüne indiğinde Mevlana sağ elini göğe doğru uzatır ve Allah'a teslimiyetini bu şekilde ifade etmektedir. Gökten aldığı Allah'ın nurunu sol eliyle kalbine atar. Demek ki Allah'ın nurunun yeryüzüne düşmesini istemiyor. Bu nedenle bu ışığı kimseyle paylaşmaz. Bu ibadetin yerine getirilmesi sırasında başını yere eğer ve dönmeye başlar.  
Mantık: Başım senin onuruna eğildi ve sen merkezdesin ve etrafındaki herkes bir kelebek. Bu ibadet bireysel olarak yapılır. Bu ibadette sağ el semaya doğru, sol el ise kalbin altına konulur, sağ el ile "Allah'ın nuru" alınır, sol el ile kalbin üzerine konulur.
Bu ibadet Sema'dır.
 
Artık Türkiye'nin "Semasını" tanıyoruz. Dervişler dans eder ve bir elini kaldırır, diğer elini yerde tutar. Yani Allah'ın nurunu gökten alıp başkalarına veriyorlar. Bu mantıksızlıkta derviş, Allah ile insan arasına yerleştirilmiştir. Yani dervişin statüsü insandan daha üstündür ve Allah'a daha yakındır. Yani açıkça "şirktir." 
Mevlana'nın zamanında bu kültür yoktu, hakikat, Celaleddin'in şiirlerinde güneş gibi belirlidir. Yani o'nun Gazellerinde kimsenin diğerine üstünlüğü yoktur.
Mevlana'nın kendisinin hiçbir yetkisi yoktur, o sadece bir öğrencidir. Halkın öğrencisidir, Halktan öğrendi ve insanlara öğretti.
Mevlana'nın şiir mantığına göre sema, bireysel ibadettir. Milli Eğitim Bakanlığı da dâhil hiç kimse benim yüzüme Celaleddin'in Türkiye'nin bu kültürünü kabul ettiği bir şiirini yazamaz. Sonelerinin mantığından biliyoruz ki Allah'ın nurunu kimseyle paylaşmaz, Her hâlde o'nun dindarlık mantığında sevgilisi Tanrı'dır. Sevgili başka biriyle paylaşılabilir mi?
Yani bütün bunlar Mevlana'nın dindarlığına aykırıdır. Bana göre Türkiye'de var olan akım kültür 16. ve 17. yüzyıllardan sonra ortaya çıkmaya başladı. Bu iki yüzyıl Anadolu'da şeyh kültürünün başlangıcıdır. 18. yüzyıldan sonra Horasan kültürünün yerini Şeyhi kültürü almaya başladı. Yani entelektüellik çağı geriliyor ve şeyh kültürü topluma hâkim oluyor. Ortadoğu'da şeyh kültürü vardı lakin Anadolu'da Horasan kültürü güçlüydü fakat 18. yüzyıldan sonra her şey değişti.
Bu gerçeği anlamak için Avrupa'da buhar makinesinin icadından sonra Horasan'ın yaşadığı sorunları incelemek gerekir. Çünkü Batı Avrupa'da sanayi devrimi ile birlikte deniz ticareti başlamış ve Horasan dünya ticaretini kaybederek yoksulluğa sürüklenmiştir.
Yoksulluk tüm sefaletlerin anasıdır.
Horasan'ın sorunları, Türklerin dünyanın her yerinde yenilgiye uğramasına ve Türk medeniyetinin değerlerinin başkaları tarafından ele geçirilmesine yol açmıştır. 18. yüzyıldan sonra Osmanlı yönetimi sırasında Horasan'ın değerleri zayıflamış ve Anadolu yabancı kültürlerin baskısı altına girmiştir.
 
Mevlana neden ilahi aşk ve dünyevi aşk hakkında bir şiir yazmadı?
Şairler ilahi aşk ve dünyevi aşk hakkında yazıyor mu?
Şairlerin divanlarıyla yaşıyorum. İnsanlar için yazılmayan bir şiir görmedim. Şairin hedefi halk ise hangi şair sırrını halkla paylaşabilir? Amaç halka hitap etmek ise şairlerin ilahi aşkı veya dünya aşkı sadece bir hitaptır. Mesajın insanlara ulaşacağı tek adres burasıdır.
Mevlana manevi bir ailede doğmuş ve eğitimini manevi bir ortamda geçirmiştir. Her zaman insanların yanındaydı. Farklı kişilerle sohbet edip fikir alışverişinde bulundu. Her şeyi insanlardan öğrenmişti. Şüphesiz bunların bir kısmı dindardı. Her şeyi anlayarak İslam'a dair pek çok şey öğrendi. Bütün bunlar Celaleddin'in şiir kariyerinin yararınaydı. Kışı gördü ve baharın tadını çıkardı.
Dindarlığı anladı ve dinsizlik hakkında bilgi topladı. Yani o’nun yolu tek yol değildi. Horasan kültüründen etkilenen Divani şairleri, Horasan'ın laik yaşam tarzına yakındılar. Horasanin yaşam tarzı bütün şairlerin şiirlerinde açıkça görülmektedir.
İnsani değerlere saygı her birinin kırmızıçizgilerinden biriydi Şüphesiz şiirleri bu gerçeği ifade ediyor. Divan şairlerinin şiirlerinde tek bir "teorik darlık" yoktur. Radikallik yoktur. Şairler Divanı'ndan benim mantığımı kimse inkâr edemez ve bugün her Divan bizim elimizdedir.
Artık bu belgeye sahip olduğumuza göre, konuşmamızın mantığını kimse reddedebilir mi?
Ahlakları elverdiği ölçüde açık açık konuşuyorlardı. Mesela Ömer Hayyam şiirlerinde "Mey" kelimesini kullanmıştır. Mevlana'nın şiirlerinde her bahçeden çiçekler vardır. Bazen Allah'a âşık olur, bazen de dünyevi sevgilisine deli olur. Bazen meyhaneden, bazen de camiden bahsediyor. Her şairin şiirinde şair ile Allah arasında yazılan şiir ve şair ile dünya aşığı arasında yazılan şiir "özeldir". Şairin özel bir şerefi ve sırrı olduğundan bunu kimse duymaz ama halk için şiir yazan her şair, Sevgilinin adresinden yazmıştır.
Örnek: Kızım sana söylüyorum gelinim sen dinle!
Özel şiirler şairlerle sevdikleri arasındaki bağdır, dolayısıyla özeldirler. Bu mantıkla Mevlâna'nın şiirlerinin mesajı insana yöneliktir.
 
Horasan evlatları, vatana gül satıyor
Sevgiler karşısında, Kardeşli katıyor
Dedelerin ruhları, geziyor bu vatanda
Aşktan dersi veriyor, bin lale gül atıyor
Canım feda Türkiye’m, Türk dünyası içinde
Ruhum aşkına kurban, kalbimde gül yatıyor
Nazlı bu ceylan bizim, aritmetik dünyada
Ruhtan kani vermişiz, kalpten kalbi tartıyor
 
Divan şairleri neden Horasan kültürüyle şiir yazmıştır?
Neden Horasan?
Divan şiiri kültürü Türklerle İlgilidir. "Dari" dili ve "Urdu" dili Türklerin perslere, Pakistanlılara ve Hintlilere armağanıdır. Dari edebiyatı dünyanın en büyük edebiyatlarından biridir. Bu dil Perslerin elinde olsaydı pek güçlü olmazdı çünkü:
Sevgili arkadaşlar!
Kültürün oluşumunda iklim ve coğrafya rol oynar. İklim ve coğrafya insan yaşamını şekillendirir.  Örnek: Avrupa'nın nemli iklimi insanları kanepelerde oturmaya zorladı. Avrupa'da yeni bir yaşam tarzı yaratan bu iklimdi.
Zorlama yaratılışın anasıdır.
Türkler nemsiz sıcak ve soğuk Asya ikliminde yaşadılar. İklim ve coğrafya bu insanları hayvan yetiştirmeye zorladı. Bu insanların hayvancılığı küçükbaş hayvanlardan oluşuyordu. Hayatta kalabilmek için meralara ihtiyaçları vardı. Bu durum Türkleri göçe zorlamıştır. Göçler gruplar halinde gerçekleşti. Gruplar halinde yaşayan bu insanlar "entelektüel" yaşam tarzını öğrendiler. Bu nedenle, yaşam koşulları onlara "laiklik" yaşam tarzını verdi. Sürekli bir coğrafyadan diğerine geçen bu hayat, bu insanlara “hikâye anlatıcılığını” öğretti. Hikâyeler düşünceli insanlar tarafından anlatıldı. Hikâyecilik şiir kültürünü oluşturmuş ve saray şiirinin ilk adımı eski Türklerin çadırlarında atılmıştır. İklim koşulları ve coğrafya koşulları Persler için bu yaşam tarzına izin vermedi. Araplara vermedi. Hindulara vermedi. İklim ve coğrafya onların yaşam tarzını farklı bir şekilde şekillendirmişti.
Divan Edebiyat kültürü Türklerin çadırlarında oluşmuş, Türk hükümdarlarının saraylarında olgunlaşmıştır. Bu mantığı ispatlayacak şu belge mevcuttur: Türklerin edebi sanatı üzerinden anlatılan masallar, bu sanat yılların tecrübesiyle oluşmuştur. Masalcılar, insanlara "İbrahim Sadri" misali Güzel bir sesle hikâyeler anlatırlardı. Bu sanat beyaz şiiri yarattı. Bu yöntem bugün Türkiye'de modern şiir adı altında popülerdir.
Hayatta her şey gelişir, şiir de gelişir ve şairlere yeni kurallar verir. Bu evrimle birlikte şiirin üslubu da şiirin kurallarına göre şekillenmiştir. Biz bu şiir tarzına Divan şiiri diyoruz.         
Bu şiir tarzı Araplara mı ait?
Divan Edebiyatın şiirleri şiirsel üsluplarla büyümüş ve gelişmiş olduğundan Araplara ait değildir. Üsluplar Horasan'dan başlayıp Arap coğrafyasına, Hint coğrafyasına,  Anadolu'ya ulaşmıştır. Hiç kimse Arap veya Hindu tarzı sunamaz. Elbette tarihte Horasan'a onlardan hiçbir şiirsel üslup gelmemiştir. Tarih bizim elimizdeyse, Horasanlılarımızın mantığını kimse reddedebilir mi?
 
Hiç kimse İran coğrafyasının bir üslubunu sunamaz. Horasan tarzı, Irak tarzı, Hin tarzı, Azeri tarzı veya Anadolu tarzı, Bu şiir üslupları Türklerin coğrafyaları istila etmesiyle oluşmuştur. Türkler, geldikleri her yerde Horasan edebiyatını o coğrafyanın edebiyatıyla birleştirip ondan yeni bir üslup yaratmışlardır.
 
Araplar için bu mümkün değildi, onların kültürü dindarlığa dayalıydı, ama Türklerin kültürü "törelere" dayanıyordu. Yani Türkler için "töre" her şeyden üstündü, hatta dinden daha özgündü. Töre Türk yaşamının merkezindeydi. Bu ne Persler için, ne de Araplar ve diğer kavimler için mümkündü. Edebi saray kültürünün oluştuğu bin yıl boyunca Perslerin, Hinduların ve hatta Arapların siyasi iktidarda hiçbir rolü yoktu. Unutmayalım ki siyaset bir edebiyatın kültürünü daha da güçlendirebilir. Ya da Türkiye gibi yok edilebilir. Türkiye'de edebiyatın önemi, tarihin değeri anlaşılırsa, Türkiye de benim mantığımı anlayacaktır.
 
Yalnız geldim dünyaya, yalnız gideceğim canım
Allah ki dostum olsa, hayat bana cananım
Us akılla doğru tart, Her kimin değerini
Ondan fazlasını, verme kana Kağanım
 
İşgallerinde Hindistan'ı ve Orta Doğu'yu hedef alan Türklerin önünde tek bir seçenek vardı Horasan Yolu Seçeneği. (Afganistan) Haritaya baktığınızda Afganistan'ın bir Yanında Himalayalar olduğunu göreceksiniz. Bu Dağları aşmak mümkün değil. Afganistan'ın diğer kısmı Türkmenistan ve İran'ın kumlu ovalarına bağlıdır. Geçmişte kumlu ovaları geçmek zordu. Tek yol Afganistan coğrafyasıydı. Bu nedenle Afganistan İpek Yolu'nun merkezi ve zengin bir ülkeydi. Eğer Hindistan ve Ortadoğu, Orta Asya'dan fethedilecek olsaydı, yol "Afganistan" olurdu. Orta Asya fethedilseydi yine yol Afganistan olurdu.
Tarih sahnesine ilk kez çıkan Persler, egemenliklerini sürdürmek için Orta Asya'yı fethetmeye karar verdiler. Kuşkusuz Orta Asya büyük bir tehlikeydi. Horasan'a (Afganistan Özbekistan) girdiler ancak Büyük Kiros'un başının vücudundan ayrılması nedeniyle mağlup olup geri çekildiler. Horasan'da Persler ile Türkler arasında bir Çok Savaş yaşandı ve sonunda Türkler kazandı. Horasan'ı kendilerine "kale" seçen Türkler, kültür ve edebiyatın merkezi haline getirdiler. Türklerin binlerce yıllık edebi ve şiirsel tecrübesi Horasan coğrafyasında üst seviyeye yükseltilmiştir. Ondan edebiyat kültürünü yarattılar. Bu kültür İran'ı ele geçirdi.
Horasan Türkleri Ortadoğu, Küçük Asya ve Hindistan'da siyasi olarak ilerledikçe bu kültür Hindistan'ı da etkilemiştir. Türklerin siyasi ilerlemesiyle birlikte Horasan'da "Horasani şiir tarzını" oluşturmuşlardır. Hâkim oldukları İran ve Ortadoğu'da "Irak tarzını" yarattılar. Küçük Asya'da "Rum tarzını" inşa ettiler. Hindistan'da ilerledikçe 'Hindu tarzını' yarattılar.
Dari edebiyat divani Türk krallarının sarayında olgunlaştığı için Persler pek bir rol oynamadı. Hint müziği ve şiiri dünyaca ünlüdür ve Türklerin bir hediyesidir.
Soru şu: "Yukarıdaki tezi kanıtlamak için hangi delillere sahibim?"
Sevgili arkadaşlar!
Divan şiirle hikâye anlatma kültürü bugün bile Afganistan'da ve Horasan'ın diğer Ülkelerinde yaygındır. Bu tezi kanıtlamak için sizlere Afganistan ve Özbekistan’dan üç adres sunacağım. YouTube'daki Adresleri ziyaret ederseniz, gerçeği anlayacaksınız.
 
"Qisa dan Hisa Haji Shah Mardanqul Dastani"
 
Bu adresi YouTube'da ziyaret edebilirsiniz. Bu hitap Afgan Türklerinin hikâye anlatma kültüründen alınmıştır. Bu adreste bu kültürü yaşatan üç kuşak göreceksiniz.  Bu gelenek eski çağlarda Türkler arasında çadırlarda yaygındı ve günümüzde de yaygınlığını sürdürmektedir. Hikâye okurken "hikâyenin kahramanları" Divan şiirleri aracılığıyla konuşur. Hikâye okuyucusu hikâyenin olayını anlatır ancak hikâyenin diyalogları Divan edebiyatının şiirleridir. İslam'ı kabul eden Türkler, İslam Peygamber’ini ve Ali, Osman, Ömer gibi büyük İslam şahsiyetlerini hikâyelerine dâhil etmişlerdir. Ama hikâyelerde bunlar Türk kahramanlardır. Yani artık Arap değiller. Mesela İslam Peygamber’inin kıssalarında İslam Peygamberi edebiyat divanının şairidir, başkalarına söylediği her söz edebiyat divanının şiiriyle birliktedir. Örnek: "Baba Roşan ile Hazreti Ali hikâyesinde" Baba Roşan bir Yahudi'den bin altın borç alır. Yahudi, Baba Roshan'a iki şart koyar. Baba Roşan'ın kızıyla evlenmenin şartlarından biri. İkinci şart ise Baba Roşan'ın İslam'ı bırakıp Yahudiliğe geçmesidir. Baba Roşan, Türkistan'dan Peygamber Efendimize gider ve kendisini bu musibetten kurtarmak için yardım ister. O sırada Hazreti Ali, Baba Roşan'a şöyle söyler: Beni pazara götür ve bin altına sat. Hikâye böyle başlıyor.  Hikâyede İslam Peygamberi ile İmam Ali ve baba Roşan arasında geçen her konuşma şiirdir. Yani İslam Peygamberi bir meseleyi söylediğinde onu edebiyat divanının şiiriyle ifade eder. Bu, bu kültürün Horasan halkının yaşamının bir parçası olduğu anlamına gelir. Bu hikâyeyi YouTube'da Özbekçe dilinde şu adresten dinleyebilirsiniz:
 
"ملا تاج محمد سرپلی - قصه دن حصه - داستان بابا روشن و حضرت علی"
 
Horasan'daki Türk halkı İslamiyet'i kabul etti ama hiçbir zaman Arap halkının kültürüne teslim olmadı. Bunlar Emevî Araplarına karşı ayaklanarak yönetim sistemini değiştirmiş ve iktidarı Abbâsîlere vermiştir. O andan itibaren Arap siyasetinde siyasi iktidara dâhil oldular. Türklerde din, " töre" tarafından yönetiliyordu. Yani her dinde " töre" öncüydü. Tarihin bu gerçeği, Türklerin dünyaya "laik" bir yaşam tarzı getirmesinin nedenidir. Batılı ülkeler laik hayatı Türklerden öğrendi. Batı ülkelerinde her şey dinin elindeydi. Din iktidarda olduğu için, yaşam tarzları "tek fikirli" idi. Türklerin yaşam tarzı coğrafi iklime göre şekillenirdi. Türklerin çadırlarda yaşama şeklinden, tek fikirli imkânı yoktu." Antik dünyanın büyük coğrafyasında yaşayan bu insanlar, çeşitli dinlere girmişlerdir. Ancak her din, bu insanların "töreleri" tarafından yönetildi. Tarihin bu gerçeği, "Horasan'da Tarikatçılık ve Şeyhlik kültürü ve kabilecilik kültürünün yayılmamasının" nedenidir.
Horasan ülkelerinde "Şeyhler" ve "Tarikatlar" insanların hayatında geçerli olmadığından "İslam dini" Horasanlıdır. Türkiye'deki İslam'ın Horasan ülkelerindeki İslam'dan ayrıldığı nokta burasıdır. Örneğin: "Mevlana, Horasan kültüründe edebiyat ve şiir bilginidir, ancak Türkiye kültüründe bir şeyhin öğrencisidir".
Şimdi size Özbekistan'dan bir adres sunacağım. YouTube'da izleyebilirsiniz:
 
" Malla savdogar'' dostoni - Abdunazar Poyonov "
 
Türkistan ve Horasan kültüründe şiir yazmak ve okumak insanların yaşamının bir parçasıdır. Bu kültür, Türklerin Horasan'daki eski çadırlarından itibaren en üst düzeyine ulaşmıştır. Horasan'da güçlenen her Türk grubu, Dari dilini ve Divan edebiyatını kendi siyasi amaçları için kullanmıştır. Örneğin 16. Yüzyıldan sonra Afganistan ve Orta Asya'nın Büyük bölümüne hükümdar olan Özbekler, halkı birleştirmek için Divan edebiyatının yanı sıra Dari dilini de kullanmışlardır. Farsçaya aşina olmayan bu Türk grubu, Dari dilini Horasan'dan öğrenmiş ve bu dilde şair olmuşlardır. Horasan'a gelip Horasan'dan İran ve Hindistan'ı fethedenleri unutmayalım, bu Türklerin her kesimi Türkçe ve Dari dilinde şair oldu. Yani Divan'ın edebi kültürünün Farslarla hiçbir ilgisi yoktur. Araplarla alakası yok, Hindularla alakası yok. Şiirde hikâye anlatımı perslerin, Arapların ve Hinduların tarihinde kaydedilmemiştir ve hiç kimse tarihi bir belge sunamaz. Türklerin bu kültürü yayıldığında Türklerin desteğiyle Şehname gibi kitaplar yazıldı.
Unutmayalım ki Divan edebiyatı tarihindeki her kitap Türklerin isteği üzerine yazılmıştır. Kimsenin elinde bu mantığı çürütecek tarihi bir belge yok.
 Şiir okuma kültürünü herkese getiren Türklerdi ve elimizde tarihin belgesi var.
 
Nevruz esintisi, hoş gelir gül yüzüne
Bahar nevası, kadeh Bülbül gözüne
Geçti dün, gam yeme ki gelmez o gün
Hoş ol ki, bu gün o cevher özüne
 
Divan Şems’te şöyle bir kültür vardır: " Gel, gel, ne olursan ol yine gel, İster kâfir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel, Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir, Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel"
Değerli arkadaşlar, Mevlana'nın bu düşünceleri Divan Şems'in hangi gazelinde geçiyor yoksa başka bir hikâye mi?
Bir şair veya bir bilim adamı, bir gazelde veya bir konuşmada düşüncelerini dile getiriyor ve insanları etkiliyorsa inanın ben bu konuşma gibi en iyi gazeli yazar, düşüncelerimi ifade eder ve şöhret kazanırım. Ancak bu mümkün değil Şüphesiz yıllar sürüyor ve çok fazla iş gerektiriyor. Celaleddin'in çalışkanlığı, toplumların insanlaştırılmasına yönelik yüzlerce mesajla bir miras bırakmaya çalıştı. Bu kavram, o'nun Gazellerindeki tüm mesajların toplamından oluşmuştur. Yani bu kavram Celaleddin'in Divanı'nın özetidir. Şimdi soru şu: Mevlana'yı bu fikirle dünyaya tanıtmak, ardından Rumi dizisinde onu Şeyh'in müridi olarak göstermek Türkiye'nin itibarına zarar vermez mi? Mevlana'nın şiirleriyle yaşayan binlerce öğrencisi var. Şeyhlerin zekâsı, Celaleddin'in şiirlerinin anlamı konusunda olgunlaştı mı? Eğer öyleyse, o zaman sorun yok, o zaman neden Mevlana'yı şiirlerinden tanımıyorsun? Türkiye kredibilitesini düşünmeli.    
(Not: Kitabın sonunda Mevlana'nın Ney Namesini sizlere sunacağım)
 
Celaleddin kimseyi Allah'a ibadete davet etmemiştir ancak ahlakı ve davranışları insanların Mevlana'nın Allah'ına âşık olmasını sağlamıştır. Şimdi soru şu: Edebiyat Divanı şairleri arasında bu ahlaka sahip olan sadece Mevlâna mıydı, yoksa Edebiyat Divanı kültürü şairleri bu ahlakla mı yetiştirmişti?
Değerli dostlar, şairlerin divanları elimizdedir, inanın bu ahlaka sahip olmayan şair yoktur.  Elbette bu kültür, divan edebiyatındandır. 
Türkiye'de bu özelliğin Mevlana'ya ait olduğunu düşünen varsa, bu düşünce yanlıştır. Zira edebiyat divanının her şairi bu ahlakla şiir yazmıştır. Türkler olarak manevi zenginliğimizin ahlakı budur, biraz tarih okusak ve edebiyata biraz değer versek iyi bir iş yapmış olmaz mıyız?
 
Yüz aklı birleştir, bir kelam söz söyle 
Tefekkür et tefekkür, Hayat hep böyle
Dil dost ve düşmandır, kısa Hayat içinde
Kendisine bırakma, zekâlı söz şöyle
 
Türkiye'deki bazı âlimler bu ahlakı, Mevlana'yı karalamak için başka bir şairle ilişkilendirerek yayıyorlar. Çok saygı duyduğum bu karakterlere şunu söylüyorum: "Hikâyenin özünü anlamıyorsunuz. Bir şiirle bir yaşam biçimi tanıtılıyorsa bunu her şair yapabilir." Celaleddin'in bu yaşam tarzını tanıtmak için 3400 gazel yazdığını unutmayalım. Divan Şems'te bu tarzda şiirler yazan Celaleddin, Mevlana'yı bir aydın yapmıştır.
 
Mevlana üç aşamada yaşadı: 1- Çocukluk ve gençlik aşaması; Bu aşamada Horasanlılardan ve seyahatlerden çok şey öğrendi.
 
2- Mevlana'nın babasının ölümünden sonraki aşama; Babanın mirası Celaleddin'in omuzlarındaydı. Bu aşamada Celaleddin'in itibarı arttı. Babasından miras kaldığı için Mevlana unvanı bu aşamada verildi.
 
3- Mevlana'nın entelektüel aşaması. Celaleddin bu aşamada entelektüel oldu. Bu aşamanı Divan Şems'te görebilirsiniz. Mevlana bu aşamada sarhoştur kuşkusuz Celaleddin'in tek dostu ve sevgilisi şiiridir. Şiirsel sarhoşluk demektir! Artık ailesi dâhil herkes ondan nefret ediyordu. Bunu anlamalıyız kimse entelektüelleri sevmiyordu. Bu aydının divanına Divan Şems ismi verilmesinin sebebi budur. "ışık saçan Divan " anlamına gelir.
 
Divan edebiyatı şiirleri dünya edebiyatının en zor sanatıdır. Doğal olarak bu edebiyatın değeri bu sanatın zorluğundan kaynaklanmaktadır. Mesela Divan edebiyatının bir kısmı da "mizahtır". Birisi "Cem Yılmaz" Sanatını hiç çaba harcamadan canlandırabilir mi?
Olanaksız!
Ancak bu entelektüel sanatın varlığı binlerce genci bu sanata teşvik etmektedir. Toplumda zor sanatları öğrenme kültürü yaygınlaşırsa "kendini sunma" söylemleri azalacak, "düşünme" etiği genişleyecektir. Bu durumda insan her olaya siyah ya da beyaz bakmaz, hayata farklı bir açıdan renklerle bakar.
 
Divan edebiyatının en zor şiir türü gazeldir. "3400" Gazel Mevlana'dan miras kalmıştır. Gazel yazarken "şiir sarhoşuydu" Celaleddin'in şiirleri bu durumu ifade etmektedir. Gazel şiirinde "müzik" son derece önemlidir. Ben "aruz ilmini" müzik diyorum. Rehberini yazdığım iki dilde (Dari ve Özbekçe) "aruz" ilmini bilimsel bir şekilde öğrenmeleri gerektiğini ancak şiirlerinin doğasına teslim olmaları gerektiğini vurguladım. Bunu bilmemiz gerekiyor bu "Bilim" şiirin kalbinde mevcuttur. Eğer bir kimse "aruz" ilmini öğrenerek şair olabilseydi, "edebiyat profesörleri" de büyük şairler olurdu. "Herkesin şair olamayacağı" bir gerçektir.
 
Lütfun her köleye versin bir bahtı
Ataşa vermesin halktan payitahtı
Eğri biri göremez düzgün tahtı
Doğruyu Eğriye muhtaç eyleme
 
Yetim malı nasip olmaz uğruya
Hırsız olsa gelmez o zat doğruya
Mavi yağmur akmaz Eğri büğrüye
Helalı harama muhtaç eyleme
 
Mertten köprü olmasa ondan geçmem
Helal şerbet olmasa kadeh içmem
Gerçekdışı her olaydan biçmem
Sağ eli sol ele muhtaç eyleme
 
Şair, şiir yazarken şiirin tabiatına teslim olmalıdır. Bu durumda müzik şairin şiirini sarhoş eder ve yeni bir yaratıma sebep olur. Bu mantığı Mevlana'nın şiirlerinden öğrendim. Celaleddin'in şiirlerinde "müzik" şiirin kalbinde gizlidir. Eğer Mevlana düşüncelerini şiire dökmeseydi, onları yazıya dökemezdi. Şu gerçeği anlamalıyız, insanda ve ruhta var olan şair, rezervin deneyimlerini kullanır, eğer bir insan yalnızlığıyla bir şeyler kaleminin altında yazıyorsa, bu imkânsızdır. Yani Hz. Mevlana, Edebiyat Divanı'na boyun eğmeseydi, bu kadar çok eser yazamazdı. Türk kültürümüzde her şey divan edebiyat ve Törenin elindedir, hatta din ahlakı bile!
Yeter ki sahip olduğumuz Değeri bilelim.
 
Mutluluğumun sırrı, kalbimde gül yatıyor
Kırmızı bayrağımıza, aşk bahçeden aşk atıyor
Ata yurdundan geldim, Anadolu vatana
Kanım ile revanim, bu vatana güç katıyor
Feda olmak andımdır, cennet köşe vatana
Yan gözle biri baksa, kalbime ok batıyor
Biz bizden ayrılmadık, hep asilde biz kaldık
Horasan evlatları, vatana gül satıyor
 
Dünyadaki her iş zevk olmadan işe yaramaz. Eğer o iş insana mutluluk getirmiyorsa, "zevk ve ilgi" yaratabilir mi?
Divanı’nın nefis şiirlerinin şaire hâkim olduğu nokta burasıdır. Şiirlerdeki anlam şairin mühendisliğinden gelmemeli, doğal olmalıdır.
Mevlana, insanlaştırma amacıyla şiir yazmadı. Yani mühendislik etiği ile şiir yazmadı. Şair olmayı çok seviyordu ve bu yola kendi zevki için çıkmıştı. O’nun şiirlerinde gördüğümüz anlam, "kişiliğinin bir parçasıydı, doğal olarak ortaya çıktı". Aksi mümkün değildir çünkü şiirde ilk kelimeyi yazan kişi ikinci kelimeyi yazamaz. Kişinin içinde olan ve bağımsız hareket eden "şair", sözü şiire taşır. İşte bu noktada insan mühendisliğiyle şiir yazamazsınız.
 
İşte bu nokta, insanın içindeki şairin kullanabilmesi için zihnindeki "hazneyi" bilgiyle "doldurması" gereken noktadır.
"Dar görüşlü" insanlar şair olamazlar. Bir Tarikatta mensup olanlar şair olamazlar. Şair özgür bir kuş gibidir ve her çiçekle beslenen bir "arı" gibidir. Şairlerdeki görüşler, şairin "özel" kültürüdür. Şairin gözünde her görüşe saygı duyulur. Bunu anlamalıyız ki o, insanın "özelidir. Horasanlı Divan şairlerinin şiirlerinin çok güzel ve etkileyici olmasının nedeni bu koşullardır.
 
Divan şiirlerini daha iyi gösterebilmek adına "Şıkıdım şıkıdım" - "Sezen Aksu" örneğini kullanacağım. İbrahim Tatlıses’in "Akdeniz akşamlarından" örnek vereceğim. "Didem" dansından bir örnek vereceğim. Tarkan'ın seslendirdiği "Şıkıdım Şıkıdımın" müziği dünyanın her yerinde duyan herkes tarafından "beğenildi". İlk adımda kimse anlamını aramadı. Ya da "Akdeniz akşamları" müziği insanı mutlu eder, sarhoş eder veya "didem" dansı kişiye vücut hareketlerinden zevk verir. Bu sanat Divan edebiyat şiirlerinde mevcuttur. İlk adımda kişi şiirin anlamını anlamaz ama ondan keyif alır. Zevk insana anlam kazandırır. Her Divan edebiyat şiirinden sıradan bir insan kendi bilgisine göre anlam çıkarır, bir profesör de bilgisinden anlam çıkarır. Bu sanatlar Mevlana'nın her gazelinde vardır. Ya "Şıkıdım Şıkıdım" gibi insanları harekete geçirir ya da "Akdiniz Akşamları" gibi sarhoş eder. Celaleddin'in gazellerindeki şiirler "didem" dansı gibi icra edilir. Sonelerdeki sözler, dansta "didem" bedeninin varlığı gibidir. Her insan bu üç zevki kendine göre alır ve kendi bilgisine göre yorumlar.
 
Mevlâna Divan Şems'i yazmakla meşgul olduğu zamanlarda bazen beş vakit namaza vakit bulamıyordu. Zamanın kısıtlı olması nedeniyle aile bireylerinin talebine yanıt veremiyordu. Her hâlde aşkta boğuluyordu ve aşkı edebiyattı ve edebiyatı seviyordu. "Zaman" en değerli sermayeydi ki, kaybolsa insanlığa böylesine manevi bir zenginlik bırakamazdı. "Zaman" kazanmak için herkesten uzak duracak ve herkes onun ahlakından etkilenecekti. Manevi mesnevisiyle ilmî karakterini ortaya koymuş, "idealizmini" Divan Şems'iyle yansıtmıştır. Bir entelektüel gibi davranıyordu ama ailesi dâhil herkes ondan nefret ediyordu Şüphesiz o başkaları için başka biriydi. Kimse bir entelektüeli sevmez zira entelektüeller herkesi yeni sözlerle şaşırtırlar. Herkes Mevlana'dan şikâyetçiydi. Babasından miras kalan ahlaki değerlerin çürümesine herkes şaşırmıştı. Başka biri olmuştu. Şiirlerinde bazen takva, bazen de küfür görülmüştür. Herkes suçluyu bulmak istiyordu ve Herkes düşüncelerini Mevlana'ya bildirirdi. Herkesin gözünde o, Mevlana'yı yoldan çıkaran bir suçluydu o suçlu kimeydi?
Celaleddin'in başı büyük dertteydi. Ya eski durumuna dönecek ya da suçluyu kamuoyunun gözüne sokacaktı. "Şems Tebrizi" sanatının sergilenmesi gerekirdi. Vakit kaybetmemek için herkesi Şems Tebrizi ‘ye yönlendirdi.
 
Mevlana nasıl bir aydındır ve Şems Tebrizi kimdir? O bir insan mı? Yoksa Edebiyat Divanı'ndan bir sanat mı?
Şimdi Divan Şems'ten cevap bulmak için Celaleddin'in bazı gazellerini Dari dilinde yazıp sonra Türkçeye çevireceğim.
Divan Şems'in şiirleri kafamızdaki bütün soruların cevabıdır. Mevlana'nın entelektüel kişiliğini yansıtır ve onun manevi durumu hakkında bilgi verir.
 
Şems Divanı'ndan 1. Gazel:
 
ای قوم به حج رفته کجایید کجایید
معشوق همین جاست بیایید بیایید
معشوق تو همسایه و دیوار به دیوار
در بادیه سرگشته شما در چه هوایید
گر صورت بی‌صورت معشوق ببینید
هم خواجه و هم خانه و هم کعبه شمایید
ده بار از آن راه بدان خانه برفتید
یک بار از این خانه بر این بام برآیید
آن خانه لطیفست نشان‌هاش بگفتید
از خواجه آن خانه نشانی بنمایید
یک دسته گل کو اگر آن باغ بدیدید
یک گوهر جان کو اگر از بحر خدایید
با این همه آن رنج شما گنج شما باد
افسوس که بر گنج شما پرده شمایید
 
 
Şimdi her beyitti Türkçeye çevireceğim.
 
ای قوم به حج رفته کجایید کجایید
معشوق همین جاست بیایید بیایید
 
Ey hacca giden Kavim, neredesiniz? Sevgili burada Gelin gelin
Bu beyitte "sevgili" kelimesi Allah'ı temsil etmektedir.
 
معشوق تو همسایه و دیوار به دیوار
در بادیه سرگشته شما در چه هوایید    
 
Sevgiliniz komşunuzdur. Onun evi sizin evinizin duvarına bitişik ama siz badiyede kaybolmuşsunuz ve nasıl bir havadasınız.
 
گر صورت بی‌صورت معشوق ببینید
هم خواجه و هم خانه و هم کعبه شمایید
 
Sevgilinizin bilinmeyen yüzünü görmek istiyorsanız, kendi yüzünüze bakın. Çünkü kendiniz sevgilinin evisiniz, Kâbe sizsiniz.
(Bu, her gerçeği kendinizden görebileceğiniz anlamına gelir.)
 
آن خانه لطیفست نشان‌هاش بگفتید
از خواجه آن خانه نشانی بنمایید
 
O evin temiz ve düzenli olduğundan bahsetmiştiniz, eğer o eve giderek karakteriniz geliştiyse o büyüklük nerede?
 
یک دسته گل کو اگر آن باغ بدیدید
یک گوهر جان کو اگر از بحر خدایید
 
O bahçeyi gördüyseniz, buketiniz nerede?
Tanrı aşkına giderseniz, mücevheriniz nerede?
 
با این همه آن رنج شما گنج شما باد
افسوس که بر گنج شما پرده شمایید
 
Bu acıya ne diyebilirim? Bu acı sizin zenginliğiniz olsun
Ne yazık ki, gerçek zenginliği örten perde kendinizsiniz
 
(Bu, elinizde ve varlığınızda olan her şey anlamına gelir. Eğer Allah'ın rızasını kazanmak istiyorsanız Allah'ın evine gitmenize gerek yok çünkü onun evi sizin içinizdedir. Ne yazık ki, özünüzün farkında değilsiniz.)
 
İki dide gözlerim, vatana kurban bunlar
Kırmızı bayrağımızdan, düşmana düşman bunlar
Vatan dediğim vakit, yıldız gibi parlarlar
Her zerre bu toprağa, feda bir hakan bunlar
İçimdeki ataşı, gözlerim yansıtıyor
Aşka anlam verdiler, aşk yolunda kağan bunlar
Bedende sıkışmıyor, vatandan bin dert inse
Tek ilacı aşktır, damarlara kan bunlar
Ben bir göçmen bir kuşum, horasan diyarından
İki gözüm Türkiye’m, yoluna kurban bunlar
 
Mevlana Farklı adreslere farklı şekillerde mesajlar Göndermiş. O’nun her gazelinde bir edebî sanat vardır. Her şiirde farklı kelimelerin kullanılması gönülleri fethediyor kuşkusuz cümle kurmak edebiyatta bir sanattır ve Celaleddin deneyimli bir öğretmendir.
Divan şiirlerinde "müzik" edebiyatta merkezi bir rol oynar. Herhangi bir şair için müzik yapmak o’nun yeteneğinin bir göstergesidir. Sizlere sunduğum şiir güzel bir müzikle yazılmıştır. Bu gerçeği anlamak için bu URL'yi YouTube'da kontrol edebilirsiniz. Bu şiirin şarkısı, metin değiştirilmeden okunur. Celaleddin'in inisiyatifiyle bazı sözler iki kez tekrarlanıyor.
 
YouTube'daki bu URL'yi kontrol edin.
(Rhaim mehryar ای قوم به حج رفته 2011)
Veya
(Ahmad Zahir احمد ظاهر - Ay Qawme Ba Haj Raft ای قوم به حج رفت)
Veya
(Hangama - Ay Qawm E Ba Haj Rafta | هنگامه - ای قوم به حج رفته)
 
Şems Divanı'ndan ikinci gazel:
 
بیایید بیایید به میدان خرابات
مترسید مترسید ز هجران خرابات
شهنشاه شهنشاه یکی بزم نهاده است
بگویید بگویید به رندان خرابات
همه مست در آیید در این قصر در آیید
که سلطان سلاطین شده مهمان خرابات
همه مست و خرابید همه دیده پر آبید
چو خورشید بتابید بر ایوان خرابات
همه دیده و جانند همه لطف و امانند
همه سرو روانند به بستان خرابات
در آیید در آیید ، مترسید مترسید
گنهکار ببخشید به سلطان خرابات
چون آن خواجه وفا کرد همه درد دوا کرد
گنهکار رها کرد سلیمان خرابات
زهی امر رهایی زهی بزم خدایی
زهی صحبت شاهی و زهی جان خرابات
زهی مفخر تبریز زهی شمس شکر ریز
که بر راند فرس را سوی ایوان خرابات 
 
Bu sonenin mesajı: Türkiye'deki bazı evsiz gençler (tinerciler) eski ve harap binalara geldiğinde Herkes polisi arar: Merhaba, merhaba polis, çabuk gelin tinerciler var tinerciler... Polis hemen geliyor ve talihsiz gençleri ya harap binadan çıkarıyor ya da harap binayı üzerlerine yıkarak onlara sığınacak yer bırakmıyor. Bu Türkiye'nin ahlaki ve insani davranış biçimidir ki adalet gösterisine tanıklık eder.
Kimse evsiz gençliğin acısını sormuyor. Binaya bir köpek ya da kedi girdiğinde herkes bunu fark eder ve besler ama kimse talihsiz gençliğe köpekler kadar değer vermez. O gençleri kimse insan olarak görmez. Bu ahlak her zaman her yerde var olmuştur. Mevlana bu ahlakı Horasan'da ve Anadolu'da görmüş ve bu ahlakı çok tatlı şiirlerle insanlara anlatmıştır. Divan Şems'ten bu gazeli seçtim. Bu sonenin şarkısını dikkatle dinlerseniz ata edebiyatının "güzelliğini" ve "tatlılığını" anlayacaksınız.
 
YouTube'daki bu URL'yi kontrol edin.
(Ahmad Zahir احمد ظاهر - Beyaayed Ba Maidaan Kharaabaat بیایید به میدان خرابات)
Bu gazelde Mevlana kendisini harabelerin "Sultanı" olarak gördüğü için bu ahlaktan bahsediyor.
Türkçeye çevirisi:
 
بیایید بیایید به میدان خرابات
مترسید مترسید ز هجران خرابات
 
Gelin gelin harabe meydanına 
Korkmayın harabelerden, ören yeri meydanına gelin
 
شهنشاه شهنشاه یکی بزم نهاده است
بگویید بگویید به رندان خرابات
 
Padişah padişah biri kutlama düzenledi
(Bu beyitte geçen " Padişah" kelimesi Allah alegorisidir.)
Söyleyin, Bu kutlamanı söyleyin harabeleri seven insanlara ve yüzeyde arkadaş olanlara anlatın
 
همه مست در آیید در این قصر در آیید
که سلطان سلاطین شده مهمان خرابات
 
Kralların kralının harabelere misafir olduğu bu saraya sarhoş gelin
 
(Not: Mevlana kendisini evsiz gençlerden biri olarak gördüğü için kendisini harabelerin kralı olarak tanıtmaktadır. Nüfusun içindeki evsiz gençleri tanımayan şehrin saygın insanlarına, gençlerin de bir "Allah'ı" olduğunu söylüyor. Tanrı bizim misafirimiz olduğu için bu harabeye korkmadan, ahlakınızdan sarhoş olarak gelin, çünkü bu gece bu harabe bir kraliyet sarayı haline geldi. Elbette Tanrı bizim misafirimizdir. Gençliğin acısını anlamak için gelin bu sarayı ziyaret edin.)
 
همه مست و خرابید همه دیده پر آبید
چو خورشید بتابید بر ایوان خرابات
 
Herkes sarhoş ve kötümser, herkes suyla dolu
Güneş gibi parlayın yıkık verandada güneş parlasın
 
همه دیده و جانند همه لطف و امانند
همه سرو روانند به بستان خرابات
 
Herkes iki göz gibi can, herkes ruh kadar güvende ve herkes canan harabelerin bahçesinde
 
(Not: Mevlana diyor ki: Siz harabelerden korkan siz, harabelerde herkes güvendedir, tehlikeli olan sizin zihniyetinizdir.)
 
در آیید در آیید ، مترسید مترسید
گنهکار ببخشید به سلطان خرابات
 
İçeri gelin, korkmayın, korkmayın, günahkâr harabelerin kralıdır, onu bağışlayın (alaycılık)
 
چون آن خواجه وفا کرد همه درد دوا کرد
گنهکار رها کرد سلیمان خرابات
 
O hadım sadık olduğu için bütün acılar iyileşti
Süleyman harabelerdeki günahkârın günahını bağışladı.
(Bu beyitte Süleyman, Tanrı anlamına gelmektedir.)
 
زهی امر رهایی زهی بزم خدایی
زهی صحبت شاهی و زهی جان خرابات
 
Kutsanmış kurtuluş meselesidir, kutsanmış Tanrı'nın kutlamasıdır
Kutsanmış kraliyet konuşmasıdır ve kutsanmış harabelerin hayatıdır
 
زهی مفخر تبریز زهی شمس شکر ریز
که بر راند فرس را سوی ایوان خرابات
 
Ne mutlu gururlu Tebriz'e. Ne mutlu Şems şekerliye
(Bu beyitte Tebriz, Yemek masası anlamına gelmektedir ve Şems şekerli Tanrının aydınlığı anlamına gelmektedir.)
Tanrı'nın isteği harabe masasına doğru gerçekleşti.
 
Mevlana'nın şiirlerinin müziği insan kalbini âşık eder, şiirlerin teması zihni düşündürür, şiirlerde kelimelerin kullanımı dili güçlendirir. Her biri hayatın her alanında önem taşıyan yüzlerce gazel yazmıştır. Şairlerin divanlarıyla ilgili tecrübelerime dayanarak, Celaleddin'in bu soneleri yazarken "sarhoş" olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Şiir aşkının ve edebiyat sevgisinin sarhoşluğuydu. Yazdığı her gazelde bu dünyayı ve ahireti unutmuştu. Şüphesiz o mecnundu. Bu mantığın tam tersi, eğer mümkün olsaydı binlerce Mevlana yaratılmış olurdu. Şimdi düşünün ki, edebiyat ve şiir sevgisinin olmadığı bir toplumda, toplumun değerlerini besleyecek bir şey var mı? Unutmayalım ki modern insan edebiyatla ebedi olabilir.
 
Seçtiğim üçüncü şiir (Kharabatim yani harabelerim), beni size sunmaya sevk eden Mevlana'nın bir başka şiiridir. Bu şiirin müziğinin güzelliği "taşı" eritir.
 
من دلق گرو کردم عریان خراباتم
خوردم همه رخت خود مهمان خراباتم
ای مطرب زیبارو دستی بزن و برگو
تو آن مناجاتی من آن خراباتم
خواهی که مرا بینی ای بسته نقش تن
جان را نتوان دیدن من جان خراباتم
نی مرد شکم خوارم نی درد شکم دارم
زین مایده بیزارم بر خوان خراباتم
من همدم سلطانم حقا که سلیمانم
کلی همه ایمانم ایمان خراباتم
با عشق در این پستی کردم طرب و مستی
گفتم چه کسی گفتا سلطان خراباتم
هر جا که همی‌باشم همکاسه اوباشم
هر گوشه که می گردم گردان خراباتم
گویی بنما معنی برهان چنین دعوی
روشنتر از این برهان برهان خراباتم
گر رفت زر و سیمم با سینه سیمینم
ور بی‌سر و سامانم سامان خراباتم
ای ساقی جان جانی شمع دل ویرانی
ویران دلم را بین ویران خراباتم
گویی که تو را شیطان افکند در این ویران
خوبی ملک دارد شیطان خراباتم
هر گه که خمش باشم من خم خراباتم
هر گه که سخن گویم دربان خراباتم
 
 
Şimdi bu şiiri Türkçe olarak sunacağım:
 
من دلق گرو کردم عریان خراباتم
خوردم همه رخت خود مهمان خراباتم
 
Kıyafetlerimi Rehin bıraktım harabenin çıplağıyım
Yanımda ne varsa yedim, harabenin misafiriyim
 
ای مطرب زیبارو دستی بزن و برگو
تو آن مناجاتی من آن خراباتم
 
Ey güzel müzisyen, ellerini çırp ve şarkı söyle
(Bu beyitte müzisyen, Tanrı anlamına gelmektedir.)
Sen dua kapısısın, ben ise harabelerinin hizmetkârıyım
 
خواهی که مرا بینی ای بسته نقش تن
جان را نتوان دیدن من جان خراباتم
 
Beni görüp görmemen sana kalmış, bu varlığın ve ruhun yaratıcısı sensin
Seni göremiyorum ama harabattı yeniden inşa edecek bir can ve ruhum.
 
نی مرد شکم خوارم نی درد شکم دارم
زین مایده بیزارم بر خوان خراباتم
 
Mide ağrım olmadığı için midem yüzünden "aşağılanmıyorum"
Benlik sofrasından nefret ediyorum çünkü ben harabat sofrasıyım.
 
من همدم سلطانم حقا که سلیمانم
کلی همه ایمانم ایمان خراباتم
 
Ben padişah gibiyim ve gerçekte ben Süleyman'ım
Bütün davranışlarım inancımdır çünkü ben harabatın inancıyım
 
با عشق در این پستی کردم طرب و مستی
گفتم چه کسی گفتا سلطان خراباتم
 
Bu yazıda aşk sarhoşuyum her tarafı temiz yaptım
Harabat kralı olduğumu kime ne? Ben harabat sultaniyim
 
هر جا که همی‌باشم همکاسه اوباشم
هر گوشه که می گردم گردان خراباتم
 
Nerede olursam olayım onun sofrasındayım
Döndüğüm her köşede Harabatın irfanıyım
 
گویی بنما معنی برهان چنین دعوی
روشنتر از این برهان برهان خراباتم
 
Sanki bu kavganın anlamına bir sebep vermek istercesine Bu iddiadan daha açık bir ifadeyle, Harabatın sebebi benim
 
گر رفت زر و سیمم با سینه سیمینم
ور بی‌سر و سامانم سامان خراباتم
 
Altınımı, gümüşümü kaybedersem gümüş sandığımla
Düzensiz de olsam yine de Harabatın düzeniyim
 
ای ساقی جان جانی شمع دل ویرانی
ویران دلم را بین ویران خراباتم
 
Ey ruhumun hayat kâhyası, mahvolmuş kalbimin mumu Bu ıssızlığı gör, ben Harabatın ıssızlığıyım
(Bu beyitte Ey ruhumun hayat kâhyası, Tanrıya seslenmedir.)
 
گویی که تو را شیطان افکند در این ویران
خوبی ملک دارد شیطان خراباتم
 
Sanki şeytan harabeye atmış gibi
Melekler iyi, ben Harabatın şeytanıyım
 
Yani bazılarına göre beni bu harabelere şeytan attı, eğer onlar melekler gibi iyi insanlarsa ben o iyilikten uzaklaşırım çünkü ben harabelerin şeytanıyım.
 
هر گه که خمش باشم من خم خراباتم
هر گه که سخن گویم دربان خراباتم
 
Ne zaman sussam onların karşısında kaybeden oluyorum ve o zaman harabat işlerinde başarısız oluyorum.
Ne zaman açık fikirli olsam, o zaman Harabatın sahibi binim.
 
 Yanlış olur etme sen, aşkımı tefsir tefsir
Allah'tan mücevher o, olmaz kimseye esir
Anlamlardan Yoğurdum, aşk dolu bir destani
Şems Divaninden gördüm, Benzersiz tek bir
 
Divan edebiyatında "harabat" kelimesi fakir ve evsizlerin sembolüdür. Bu demektir ki, bu sınıfın sorunları göz ardı edilirse, o toplumda medeniyet galip gelemez. "Harabat" fakir insanların yaşadığı eski ve harap binalardır. Unutmayalım ki "Horasan ülkeleri" iki bin yıllık insanlık tarihinde dünya medeniyetlerinden biri olmuştur. Bu medeniyetin etkisi Türkleri Hindistan'dan Avrupa ve Afrika'nın kalbine kadar iktidara getirdi. Celaleddin bu medeniyetin içinde büyümüştür. Ailesi Cengiz korkusuyla Horasan'ı terk etti ve siyasi durum Mevlana'yı da etkiledi. Yani Celaleddin'in şiirlerinin felsefesi Moğol baskıları nedeniyle oluşmuştur. "harabat" sözcüğünü kullanarak yoksul insanların çektiği acıları toplumun yüzüne yansıtmış, tek amacı "medeniyeti" terörden kurtarmaktı.
 
"Harabat" sözüyle insanların vicdanını harekete geçirerek Horasan'da yeni bir kültür kurdu. Bu "yeni" bir kültürdü. Mevlâna'dan sonra her şair Divan edebiyatta "Harabattan" söz etmiş ve fakirlerin sıkıntılarını bu adresten dile getirmiştir. Böylece "Harabati" adında yeni bir kültür doğdu. Örnek: Fakirlere yardım eden, fakirlerle ilgilenen kişiye "Harabati" deniyordu. Birisine "Harabati" denildiğinde bu "Efendim" anlamına gelir. O kişi, hizmetlerinden " Efendim" mantığını alır. Bu kültürün faydalarını Afganistan'daki savaşlarda gördük, Şüphesiz hiçbir durumda "insan düzeni" toplumdan ayrılmadı.
Bu kültür, Afganistan müziğinde merkezi bir rol oynadı ve ondan toplumun fakir katmanlarından büyük müzik ustaları çıktı ve hatta Hindistan'da bile büyük başarılar elde etti.
 
(Not: Afganistan'da yarım asırdır süren savaşları anlatacağım kitapta bu kültürün faydalarından da bahsedeceğim. Unutmayalım ki Afganistan'daki savaşlarda "Divan Edebiyat" Rusları ve NATO'yu mağlup eti, Afgan halkının savaşı değil!)
 
Mevlana insan hayatının her boyutuna dair şiirler yazmıştır. "İnsan toplumunu inşa etmek içindi" şiirinin mesajlarında o ne bir şeyh ne de bir molladır! O ne güçlü ne de bir lider! O sadece bir öğrencidir. İnsanlardan öğrenip insanlara sundu.
Celaleddin'in bu özelliği, Şems Divanı'nda bir felsefenin icat edilmesine yol açtı: "Kim olursan ol, gel!" felsefesi.
Bu felsefe bir kültürdür Elbette bir yaşam biçimidir. Şimdi soru burada; Mevlana bu felsefeyi nereden öğrendi?
Mevlana, Horasan'daki Türklerin yaşam tarzından öğrenmişti. Türklerin yaşam tarzı değerlere saygıdır. Bu yaşam kültürü "laik yaşam tarzının" ortaya çıkmasına neden olmuştur. Edebiyat Divanı'nın her şairi bu kültürle şiir yazmıştır.
 
Şems Divanı'nı yazan Mevlana bazen "Sema ya“ katılan, bazen de öğrencilere din dersi veren ruhani bir kişi miydi?
Bu soruya "Divan’ın cevabı nedir?
Yaklaşık 3200 3400 gazel ve 2200 Rubai, Muhteşem Mesnevi ve diğer şiirleri yazdı. Her sonenin kendine özgü bir hikâyesi var. Her gazelde bir mesaj saklı ve en önemlisi edebiyat "sanatı" her gazelde gizlidir. Şiir müziği için kelime seçmek kolay mı? Bir "ritim" belirlemek o kadar zordur ki bunu hayal bile edemezsiniz. Şimdi soru burada; Bir şair kısa ömrüne bu kadar çok şiir yazabilir mi? Bu kadar çok hikâyeyi nerede bulabilir? Kendi tecrübelerimden bildiğim kadarıyla Mevlana’ya 40 yaşından sonra yalnız kalmaya ihtiyaç duyduğu için herkesten kaçtı. Bu algıya sahip olmalıyız Şiir yazarken kimse evde olmamalıdır. Şiir yazarken biri bana bir şey söylerse şiir hemen aklımdan çıkıyor. Biri bana bir milyon dolar verse bile aynı şiiri bir daha yazamam. Divan edebiyat şairlerinin hayat gerçeği budur. Bu gerçeği göz önüne aldığımızda Celaleddin'in sorunlarını anlayabiliyorum. Mevlana, "entelektüelliğini" lirik şiirlerine yansıttığı için yalnızlığın özlemini çekiyordu. O’nun bu isteği herkesin onu eleştirmesine neden oldu. İnsanların sözlerinden kaçınmak için "Şems Tebrizi" sanatını başlattı.
Hiç var olmamış biri ama herkes onu Şeyh sanıyor!
Mevlana, Gazeliyatı yazdığında "sarhoştu". Bu o’nun Edebiyat Divanı'ndan aldığı sarhoşluktu. Bu Divan'ı yazarken başka kimseyle değil, sadece "Edebiyat Divanı" ile yaşadı!
Tanrı sevgisi o’nun kişisel yaşamının felsefesiydi. Yani Allah aşkı Mevlâna'yı şair ve edebiyat ustası yapmadı Elbette bu mümkün değildir. Allah aşkı ya da romantik aşk insanı şair ve edebiyat ustası yapıyorsa, Türkiye'de şair olacak kadar Allah'ı seven yok mu? Bir kızdan veya bir erkekten hoşlanan birini bulamıyor musunuz? Âşıklar şair olsaydı Türkiye şairlerle dolu olurdu. Dünyanın hiçbir yeri Türkiye kadar sevgi dolu değil. Şair "edebiyat divanı" tarafından esir alınınca onu öyle köleleştirir ki elindeki her şeyi ona atar.
Sohbetin sohbetten bulunduğunu söylüyorlar.
Bu mantık Divan Edebiyatı’n şiirinde çok güçlüdür. Şüphesiz şairi yeni kelimeler bulmaya zorlar. Şairin eseri edebiyatla ilgili olduğundan "dil", "ahlak", "kültür" kısacası maneviyat şairin eserinden yararlanır. Mevlana bu durumun esiriydi ve Divan Edebiyattan "sarhoştu". Şimdi size ithaf edeceğim şiir sarhoşken yazılmıştır. Bu şiirin içeriğini anlamak için Mevlana'yı âşık genç bir adam olarak hayal edin. Sevgilisinin aşkının acısından "şarap" içen ve sevgilisine olan sevgisini ifade eden bir sevgili düşünün.
Lütfen bu gazelin müziğini YouTube'da bu adresten dinleyin.
(Ahmad Zahir احمد ظاهر - Pusheeda Choon Jan Merawi پوشیده چون جان می روی اندر میان جان من)
 
پوشیده چون جان می روی اندر میان جان من
سرو خرامان منی ای رونق بستان من
چون می روی بی‌من مرو ای جان جان بی‌تن مرو
وز چشم من بیرون مشو ای مشعله‌یْ تابان من
هفت آسمان را بردرم وز هفت دریا بگذرم
چون دلبرانه بنگری در جان سرگردان من
تا آمدی اندر برم شد کفر و ایمان چاکرم
ای دیدن تو دین من وی روی تو ایمان من
بی پا و سر کردی مرا بی‌خواب و خور کردی مرا
در پیش یعقوب اندرآ ای یوسف کنعان من
از لطف تو چون جان شدم وز خویشتن پنهان شدم
ای هست تو پنهان شده در هستی پنهان من
گل جامه در از دست تو وی چشم نرگس مست تو
ای شاخه‌ها آبست تو وی باغ بی‌پایان من
یک لحظه داغم می کشی یک دم به باغم می کشی
پیش چراغم می کشی تا وا شود چشمان من
ای جان پیش از جان‌ها وی کان پیش از کان‌ها
ای آن بیش از آن‌ها ای آن من ای آن من
چون منزل ما خاک نیست گر تن بریزد باک نیست
اندیشه‌ام افلاک نیست ای وصل تو کیوان من
بر یاد روی ماه من باشد فغان و آه من
بر بوی شاهنشاه من هر لحظه‌ای حیران من
ای شه صلاح الدین من ره دان من ره بین من
ای فارغ از تمکین من ای برتر از امکان من
 
Şimdi bu gazeli Türkçe yazıyorum.
 
پوشیده چون جان می روی اندر میان جان من
سرو خرامان منی ای رونق بستان من
 
Bir can gibi ruhumun içine giriyorsun
Sedir ağacı gibi cilvenle yürüyorsun Sen benim bahçemsin
 
چون می روی بی‌من مرو ای جان جان بی‌تن مرو
وز چشم من بیرون مشو ای مشعله‌یْ تابان من
 
Madem gidiyorsun, bensiz gitme, ey ruhum, bedenim olmadan gitme
gözümün önünden ayrılma, ey ışığımın meşalesi
 
هفت آسمان را بردرم وز هفت دریا بگذرم
چون دلبرانه بنگری در جان سرگردان من
 
Yedi göğü kaldıracağım ve yedi denizi aşacağım
Eğer benim gezgin ruhuma sevgiyle bakarsan
 
تا آمدی اندر برم شد کفر و ایمان چاکرم
ای دیدن تو دین من وی روی تو ایمان من
 
Sen bana gelene kadar inançsızlık ve inanç benim çakarım oldu
Seni görmek dinim, seni görmek inancım
 
بی پا و سر کردی مرا بی‌خواب و خور کردی مرا
در پیش یعقوب اندرآ ای یوسف کنعان من
 
Beni bacaksız ve başsız bıraktın, beni uykusuz ve yemeksiz bıraktın
Yakup'a gel, Kenanlı Yusuf'um
 
از لطف تو چون جان شدم، و از خویشتن پنهان شدم
ای هست تو پنهان شده، در هستی پنهان من
 
Senin lütfunla bir can oldum ve kendimden saklandım
Sen benim gizli varlığımda gizli bir değersin
 
گل جامه در از دست تو وی چشم نرگس مست تو
ای شاخه‌ها آبست تو وی باغ بی‌پایان من
 
Elbisenin çiçeği senin elinden, o senin sarhoş nergisinin gözü
Ey sen! Aynı zamanda dallar senden su olmuş, sen benim sonsuz bahçemsin
 
یک لحظه داغم می کشی یک دم به باغم می کشی
پیش چراغم می کشی تا وا شود چشمان من
 
Bir an beni kızdırıyorsun,  sonra sarhoş ediyorsun
Gözlerim açılsın diye lambamın önüne çekiyorsun, sen benim gözlerimsin
 
ای جان پیش از جان‌ها،  ای کان پیش از کان‌ها
ای آن بیش از آن‌ها ای آن من ای آن من
 
Ey canlardan önce can, ey madenlerden önce maden
Ey değerlerden önce değer, sen benim değerlimsin
 
چون منزل ما خاک نیست گر تن بریزد باک نیست
اندیشه‌ام افلاک نیست ای وصل تو کیوان من
 
Senin gözünde bizim evimiz gibi toz yok, Senin huzurunda ölürsem korkmayacağım.
Düşüncelerim gökler değil, sen benim evrenime bağlısın
 
بر یاد روی ماه من باشد فغان و آه من
بر بوی شاهنشاه من هر لحظه‌ای حیران من
 
Sevgilim için inliyor ve iç çekiyorum
Sultanımın kokusuna her zaman hayran kalıyorum
 
ای شه صلاح الدین من ره دان من ره بین من
ای فارغ از تمکین من ای برتر از امکان من
 
Ey Şah Selahaddin, rehberim sen, rehberim
Ey itaatten münezzeh, Ey imkânımdan üstün
 
Hz. Mevlana'nın sevgilisi için yazdığı şiirler insanlarda "sarhoşluk" duygusunu uyandırır. Kuşkusuz Celaleddin'in kendisi de şiirlerinde şarap içen ve kız arkadaşının ona âşık olduğu bir genç gibidir. Aksi mümkün değildir çünkü bu soneler zevk vermezse şairin dilinden çıkamaz. İşte bu ancak şiirle yazılabilecek bir gerçektir. Düzyazıda değil!
 
Mevlana Anadolu'ya edebiyatın insan hayatının bir parçası olduğu bir ülkeden geldi. Bunu anlamalıyız bu kültürün başlangıcı Horasan'dan gelmektedir. Unutmayalım ki "Horasani üslubu" Divan edebiyatında ilk üsluptur. Horasan üslubunun deneyiminden Irak, Hindistan ve diğer üsluplar doğmuş ve Hindistan'da büyük müziğin, Anadolu'da, Arap ülkelerinde ve İran'da büyük manevi zenginliğin kaynağı haline gelmiştir.
Bu zenginlik Orta Asya Türklerinin çadırlarında bulunmuş, Horasan'da pişirilmiş, Hindistan ve Orta Doğu'da kıymetli bir öz haline gelmiştir. Laik ahlakın biz Türklere ait olduğunu anlamalıyız. Bu ahlak biz Türklerin Töremizden kaynaklanmaktadır. Bu yaşam tarzı Divan edebiyatının oluşumuna enerji vermiştir. Eğer Türklerin yaşam tarzı dine dayalı olsaydı Edebiyat Divanı oluşmazdı. Bu gerçeği edebiyat Divaninden anlamalıyız, şair tamamen özgür olmalıdır. Şimdi dinin sınırlı bir aralıkta işlediğini, yani dinin insan ile yaratıcı arasında bir ilişki kurduğunu ve etrafındaki alanı kırmızı bir çizgiyle çerçevelediğini varsayalım, bu durumda Divan Edebiyatı şiiri yazılabilir mi?
Bu imkânsız!
Bu husus, Türklerin laik hayatında dinin kutsal bir değer haline geldiği ve yerine yerleştirildiği, toplumun Türk töresi tarafından yönlendirildiği, millî edebiyatın sağlıklı ahlak ve kutsal din için oluşturulduğu açıklamasının temelini oluşturmaktadır. Bu durum Persler, Araplar ve diğer milletler için mümkün değildi.
 
"Türkler, Divan edebiyat kültürünün oluşmasında ve gelişmesinde Farslar ve diğer etnik gruplarla birlikte çalışmışlardır", ve bu azimde siyasi otorite Horasan Türklerinin sorumluluğundaydı. Yani bu zenginlik Horasan'ın Türk siyasetçilerinin inisiyatifiydi. Onlar bu kültürü toplumdaki ahlakı düzenlemek için kullanmışlardır. Celaleddin'in eleştirel şiirleri ve büyüleyici aşk şiirleri birçok insanı kızdırdı zira şiirlerin anlamını bilmediler ve her soneden yanlış anlam çıkardılar. Bu durum Mevlâna'nın halkın sözlerinden kurtulup "Şems Tebrizi" sanatına girmesine neden oldu.
Mevlana, "Şems-i Tebriz’ini kullandığı sonelerde çok karmaşık bir sanat kullanmıştır. Bu soneler, Celaleddin'in edebiyattaki bilgisinin en üst seviyesini göstermektedir. Horasan'dan bu üslupla çıkan tek kişinin o olduğunu sanmayın, aksine onlarca şair O’nun üslubuyla Horasan'dan çıkmış ve çıkmaya devam etmektedir. Mesela NATO işgali sırasında NATO'dan ya da hükümetten kötü bir şey görseler, aynı gün yüzlerce şiirle olayı anlatır, halka haber verirlerdi. Demek ki her şair sanatını sahaya koyuyordu. NATO'nun literatürde başarısız olduğunu söylersem bana inanmayacaksınız ama Afganistan'daki savaşlarla ilgili yazacağım kitapta gerçekler belirtilecek.
Edebiyat edebiyat edebiyat!
Karl Marx'ın edebiyatı olmasaydı dünya halkının yarısı komünist olmazdı. Eğer Kur'an edebiyatı olmasaydı Araplar siyasette boy göstermezdi. Eğer Firdevsi'nin Şehname'si yazılmamış olsaydı İran diye bir ülke olmazdı. Eğer Avrupa'da Rönesans dönemi edebiyatta yer almasaydı, Batı dünyası güçlenemezdi. Edebiyat her toplumda insan yaşamının her alanını düzenler. Konuşma tarzını ayarlar. Topluma ahlak kazandırır. En önemlisi dini düzenler. "Milli edebiyatı" olmayan toplumlar sohbete çok alışırlar ama araştırma kültürünü ve sohbetin içeriğini anlama etiğini kaybederler. Şimdi "Şems Tebriz" sanatında kullanılan şiirlerden bazılarını siz değerli dostlarımıza sunuyorum.
"Şems Tebrizi" dedikleri zaman, Allah'ın nurunun gökten yeryüzüne dalgalar halinde düştüğü anlamına gelir. Veya İslam nurunun gökten yeryüzüne dalgalar halinde düşmesi demektir. Bu formların her ikisi de sonenin içeriğinden oluşur. Mevlana bu olayı "Şems Tebriz" olarak adlandırdı. Şeyhten hiç bahsetmedi, kuşkusuz herhangi biri hakkında konuşsaydı gazellerinin içeriği farklı olurdu.
Edebiyat ince bir sanattır.
Gazellerinde Şeyh'ten bahsetseydi, Müslümanlıktan çıkarılır, şirki yayar, müşrik olurdu. Unutmayalım ki sonelerindeki lirik üslup bize bu gerçeği anlatır. "Şems Tebrizi" gazellerini çok güçlü bir edebiyatla ve Divani edebiyatının çok çekici sanatıyla yazan Mevlana, cahiller "Şems Tebrizi" gazellerinden Tebriz şehrinden bir şeyh hayal ettiler. Suçluyu arıyorlardı onlara göre Şems Tebrizi, Celaleddin'in ahlakını değiştirmişti. Bu görüş tarihte "Şems Tebrizi" adında bir karakterin var olmasını sağlamıştır.
 ــFirdevsi'nin yarattığı "Cemşîd" gibi!
 ــFirdevsi'nin yarattığı "Rostam" gibi!
ــ Firdevsi'nin yarattığı "Turan" gibi!
"Leylâ ile Mecnun", "Şirin ve Ferhat" gibi. Benzer şekilde yüzlerce örnek! Bunların hepsi Edebiyat Divanı'nın sanatıdır, Bunların yaratıcıları Horasan Edebiyat Divanı'nın şairleridir. Bunun aksini kimse iddia edemez. Zira tarih bizim elimizde.
Şairlerin divanları bizim elimizde. Tarihi inkâr eden var mı? Divanları inkâr eden var mı? Kitaplarda yazdığım her mantık tarihsel kanıtlara dayanmaktadır. Başkalarının hitaplarından mantığımı ifade etmiyorum, kimse sesini yükseltmesin diye tarihi ve divanları siz arkadaşlara sunuyorum.
 
Anadolu'da "Şems Tebrizi" isimli bir şeyh neden meşhur olmuştur?
Bunun iki sebebi var: Birinci sebep: "Şeyh" kültürü Ortadoğu'da baskındı ve Anadolu'da etkisini gösterebilirdi. Bugün Türkiye'de bu kültür o kadar güçlü ki, bu kültürden onlarca "Tarikat" ortaya çıkmış. Horasan ülkelerinde hiçbir zaman var olmayan, Horasan halkının laik tarzında da yeri olmayan bir kültür.
İkinci sebep: Cumhuriyetten sonra millî edebiyat zayıflamıştır. Bu koşullar, anlama etiğini ve düşünme etiğini zayıflatmıştır. Cumhuriyetten sonra Türk milleti Batılı ülkelere yönelmiş ancak Batı edebiyatından Türk edebiyatına hiçbir şey katamamış ve bunun sonucunda edebiyat açısından fakirleşmiştir.
Ben "şeyh" kelimesini "pır" kelimesi olarak biliyordum. "Pır" kelimesi Özbek, Türkmence ve Dari dillerinde "saygın" kişi anlamına gelmektedir. Mesela bazı arkadaşlarım bana 'pırım' derdi, ben de arkadaşlarıma bu kelimeyi kullanırdım. Türkiye'ye geldiğimde "Şeyh" kelimesinin başka bir anlamını daha anladım. Türk halkının kültüründe "şeyh" olan kişi, insanlar arasında yüksek bir konuma sahiptir ve Allah'a yakındır. Türkiye'de şeyhler her şeyi biliyor ama kimse onların bilgisinin kaynağını anlayamıyor. Her hâlde onların bilgisinin Allah'la doğrudan bağlantısı var Mantık hâkimdir. Yani, bu Türk halkının görüşüdür!
 Afganistan da dahil olmak üzere Horasan'ın tüm ülkelerinde, Horasan halkının yaşam tarzında yeri olmadığı için hiç kimse şeyhleri ve tarikatları yaşam tarzlarında tanımıyor. Horasan'da bu iki isim kitaplarda okunur ve uygulamaya hiç aşina değildirler.   
Bizim Horasan kültürümüzde herhangi bir mevki ve bilgiye sahip olan herkes sadece bir "kuldur".  Örneğin, Horasan kültüründe Mevlana ve ben Allah'ın iki kuluyuz.
Edebiyatta "evliya" kelimesi, topluma hizmet etmiş temiz kişi anlamına gelir. Mesela bana göre Mevlana edebiyatta büyük hizmetlerde bulunduğu için evliyadır. Literatürde "evliya" kelimesinin Türk dini veya Türk İslami bir kökeni yoktur, ancak Türkiye'de "evliyalar" Allah'ın ortaklarıdır. Kur'an-ı Kerim'deki bu kelimenin mantığını ve Kur'an'daki anlamını inceleyecek olursak, Allah Kur'an-ı Kerim'de bu kelimeyi kullanmıştır, örneğin Yunus Suresi'nin 62. ayetinde, Allah'ın dostu olanlar, yani mümin olanlar, Allah katında "evliyadırlar. Yani mümin konumuna ulaşmış her Müslüman, eğer Allah davranışlarından razı olursa, Allah'ın dostu olur, yani evliya konumuna ulaşır. Ancak Türkiye'de "evliya" kelimesine, İslam ve Kur'an-ı Kerim ile hiçbir zaman ortak bir mantığı olmayan farklı bir anlam verilmiştir. Örnek: Tanrı gökyüzündedir ve insanlar dünyadadır ve evliyalar bulutların tepesindedir. Türk din kültüründe evliyalar özel kişilerdir. Bunların özel bir özelliği olduğundan din kültürü onlara Allah'la dostluk ayrıcalığını vermiştir. Türk profesörler onlardan bahsederken herkesin ağzını sulandırıyor. Çünkü herkes Allah'ın dostu olmak ister. Türkiye'deki din âlimleri evliyaların kim olduğunu biliyor ve sanki onları birkaç dakika önce görmüş gibi konuşuyorlar.
Şimdi soru şu: Ben Müslümanım. Türk liderler de Müslümandır. Türk din âlimlerinin kendileri de Müslümandır. Bu mantıkta, eğer Allah'la dost olma imtiyazı evliyalara verilmişse, biz neyiz, Allah'ın düşmanı mıyız?
Sevgili Türk milleti, bu mantıksızlığa bir bakın!
 
Anlamasan anlamdan, marifetsiz söyleme
Mücevhersiz cümleye, saygınlığı beleme
Renklerin bilgisini, us akılla anla sen
Boş tas ile güllere, renksiz suyu eleme
Güzel görmek evlâdır, insan eserlerinde
Kusur Bulacağım diye, şeytan tığı bileme
Yürek aydın olurken, itirafın gülünden
Çiçeksiz her bahçeden, iblis yaşı sileme
Zer verilse çocuğa, aptallığın hüneri
Akılsız her zekâdan, anlamlı söz dileme
Ya güneş gibi parla, ya aydın bir ayna ol
Edebiyat olmasa, safsatadan söyleme
 
Şimdi sizlere Mevlana'nın son mısraında "Şems Tebrizi “den bahsettiği bir şiiri sunuyorum.
Mantıksal olarak Şems Tebriz’inin gazelin sonunda gelmesi gerekir, Zira sonenin sonunda "Allah'ın nuru yeryüzüne dalga şeklinde düşer." Celaleddin'in gazellerinde sevgilisinin "Allah" olduğu "destansı" bir davranış vardır. O’ şiirlerinde sıradan insanlar gibi Allah'a teslim olan bir insan değildir. Bazen şiirlerinde insanların aklına gelen soruları gündeme getirir ve bu sorular o’nun Tanrı ile olan ilişkisinde gündeme gelir ve Bazen her şeyi yıkar ve yeniden inşa eder. Mevlana'nın mistik gazelleri güçlü bir edebiyata sahiptir.
 
دگرباره بشوریدم بدان سانم به جان تو
که هر بندی که بربندی بدرانم به جان تو
من آن دیوانه بندم که دیوان را همی‌بندم
زبان مرغ می‌دانم سلیمانم به جان تو
نخواهم عمر فانی را توی عمر عزیز من
نخواهم جان پرغم را توی جانم به جان تو
چو تو پنهان شوی از من همه تاریکی و کفرم
چو تو پیدا شوی بر من مسلمانم به جان تو
گر آبی خوردم از کوزه خیال تو در او دیدم
وگر یک دم زدم بی‌تو پشیمانم به جان تو
اگر بی‌تو بر افلاکم چو ابر تیره غمناکم
وگر بی‌تو به گلزارم به زندانم به جان تو
سماع گوش من نامت سماع هوش من جامت
عمارت کن مرا آخر که ویرانم به جان تو
درون صومعه و مسجد توی مقصودم ای مرشد
به هر سو رو بگردانی بگردانم به جان تو
سخن با عشق می‌گویم که او شیر و من آهویم
چه آهویم که شیران را نگهبانم به جان تو
ایا منکر درون جان مکن انکارها پنهان
که سر سرنبشتت را فروخوانم به جان تو
چه خویشی کرد آن بی‌چون عجب با این دل پرخون
که ببریده‌ست آن خویشی ز خویشانم به جان تو
تو عید جان قربانی و پیشت عاشقان قربان
بکش در مطبخ خویشم که قربانم به جان تو
ز عشق شمس تبریزی ز بیداری و شبخیزی
مثال ذره گردان پریشانم به جان تو
 
Şimdi bu şiiri Türkçe yazacağım.
 
دگرباره بشوریدم بدان سانم به جان تو
که هر بندی که بربندی بدرانم به جان تو
 
Kargaşa içindeyim, bil ki yolum ruhuna düştü
Hangi yolu kapatırsan kapat, ruhuna o yolu açacağım
 
(Not: Mevlana, Allah yolunda çıkan herhangi bir problemde, o problemi çözer. Eğer problem Allah'tan ise yine de şikâyet etmeden çözmeye çalışır. Başka bir deyişle, Tanrı'ya dua ederek yardım istemez. Bu Mesele insanlara bir mesajdır: Celaleddin'in görüşüne göre insan çaba harcayarak amacına ulaşabilir.)
 
من آن دیوانه بندم که دیوان را همی‌بندم
زبان مرغ می‌دانم سلیمانم به جان تو
 
Ben zincirinde her hesabı ve işletmeyi kapatabilecek çılgın kişiyim
Kuşların dilini biliyorum, bu yüzden ben senin hayatın için Süleyman'ım
 
(Not: Celaleddin'in İslam'ı, destansı bir üsluptur, her Sofi şiiri insanlara mesajlar taşır. O'nun bu şiirdeki hedefi iradeli bir insandır. İradesi kuvvetli insanlar her gerçeği bilmek için bilgi kaynağına başvururlar.
Ve eğer Allah yolunda hareket ederse Süleyman gibi her dili bilir. Mevlana bu kültürü toplumda yaymaya çalışmaktadır.)
 
نخواهم عمر فانی را توی عمر عزیز من
نخواهم جان پرغم را توی جانم به جان تو
 
Ölümlü bir hayat istemiyorum, sen benim Daimî ömrüm sen
Hüzün dolu bir hayat istemiyorum, canın pahasına benim canımsın
 
چو تو پنهان شوی از من همه تاریکی و کفرم
چو تو پیدا شوی بر من مسلمانم به جان تو
 
Kendin gibi benden saklanırsan, bütün karanlıklar ve küfürler bana gelir.
Sen de kendin gibi benimle birlikteysen, ben senin ruhunda her zaman bir Müslümanım.
 
(Not: Celaleddin'in mistik şiirlerinde kelimelerin anlamları dans eden dansçı gibidir. Tatlı ve güzel müzikle insanı öyle bir düşündürür ki insanı hayrete düşürür. Bu şiirin bu Beytinde Mevlana işaret eder. Demek ki her şey Allah'ın elindeyse, bu mantıkta kâfir olmak da Allah'ın elindeyse neden insan suçlansın?)
 
گر آبی خوردم از کوزه خیال تو در او دیدم
وگر یک دم زدم بی‌تو پشیمانم به جان تو
 
Eğer sürahiden su içersem, sürahinin suyunda senin hayalini görürüm
Ve eğer seni düşünmeden su içersem, içtiğim için pişmanım
 
اگر بی‌تو بر افلاکم چو ابر تیره غمناکم
وگر بی‌تو به گلزارم به زندانم به جان تو
 
Sensiz gökyüzündeysem hüzünlü kara bir bulutum
Sensiz Gülizar’da olsam, sanki senin hayatın için hapisteymiş gibi
 
سماع گوش من نامت سماع هوش من جامت
عمارت کن مرا آخر که ویرانم به جان تو
 
Kulağıma gelen şarkı senin adın, aklıma gelen şarkı bardağının sesi
Beni mutlu et, senin hayatın yüzünden mahvoldum
 
درون صومعه و مسجد توی مقصودم ای مرشد
به هر سو رو بگردانی بگردانم به جان تو
 
Manastırın ve mescidin içinde, maksadım sensin ey Mürşit!
Hangi yöne dönersen dön, Aklımı ve gözlerimi ona çeviriyorum
 
(Not: Divan Edebiyatı'nın sonelerinde Müslüman, sorgusuz sualsiz teslim olan kişi değildir. Müslüman, tartışan ve sorgulayandır. Aklına uygun bir cevap bulana kadar Allah'a teslim olmaz. Mevlana'nın mesajı bu gerçeği ortaya koymaktadır. Yani Allah nereye baksa hakikati elde etmek için Mevlâna o tarafa bakar.)
 
سخن با عشق می‌گویم که او شیر و من آهویم
چه آهویم که شیران را نگهبانم به جان تو
 
Aşk ile söylüyorum ki Tanrı aslan, ben de geyik
Ben nasıl bir geyiğim, senin hayatın için aslanları yetiştiriyorum
 
(Not: Gazel'in bu beytinde Mevlana Allah'a aslan diyor, aslan etçil bir hayvandır, geyiği yakalasa hemen yer.
O, sen aslan olsan bile ben yiyebileceğin geyiklerden değilim diyor. Çünkü ben senin canin için aslanlar yetiştiriyorum diyor.
            Bu ne anlama gelir?
Cevap: Allah çok adildir. Eğer Allah'ın kulları o'nun kanunlarına uyuyorlarsa korkacak bir şey yoktur. Ve eğer bir kul Allah'ın huzurunda hata yaparsa, o zaman Allah da onun önünde aslan gibi olur. Mevlana'nın gazeldeki aslanları, Mevlana'nın hizmetleri ve Mevlana'nın faziletleridir. Eğer Allah, Celaleddin'in önünde aslan gibi davranırsa, o da kullukla karşılık verir. Yani bu mesaj, insanların kulluğu güvenli bir şekilde seçmeleri ve ahiret kaygısı taşımamaları için verilmektedir.)
 
ایا منکر درون جان مکن انکارها پنهان
که سر سرنبشتت را فروخوانم به جان تو
 
Ey ruhumun içinde olan, bu gerçeği inkâr etme ve inkârları gizleme
Eğer inkâr edersen, yazdığın kaderimin yazısını gösteririm.
 
(Not: Eğer her şey Allah'ın dilemesiyle ise ve insan da o'nun iradesine tabi ise ve insan iradesizse, Allah ahirette bu gerçeği inkâr edebilir mi?
Mevlana akıllarda soru işareti yaratır. Celaleddin'in amacı entelektüel kültürü güçlendirmektir.)
 
چه خویشی کرد آن بی‌چون عجب با این دل پرخون
که ببریده‌ست آن خویشی ز خویشانم به جان تو
 
Bu kanla dolu yüreğim akraba oldu vay, bu kanlı kalple
Onun tarafından götürülen, akraba Canan’a
 
تو عید جان قربانی و پیشت عاشقان قربان
بکش در مطبخ خویشم که قربانم به جان تو
 
Kurban Bayram Sen ey can, âşıklar sana kurban
Mutfağımda öldür, ben senin hayatına kurbanım
 
Şimdi Celaleddin'in "Şems Tebrizi" ismini kullandığı Gazel'in son beytine geldik. Gazele dikkatlice bakarsak, onun içinde Allah ve Mevlâna vardır. Mevlana ile Allah arasında bir diyalog vardır. Celaleddin'in Allah'la diyalogu vardır ama Celaleddin'in mesajlarında insanlar vardır.
“Kızım, sana söylüyorum, gelinim sen dinle!” mantığı anlamına geliyor.
Bu sone tarzında Allah ile Mevlana arasına "üçüncü" kişiyi koysak, sonenin içeriği bozulmaz mı?
Bozulur! Şems Tebriz’inin hakikatini anlamak için gazelin son beytini yazacağım.
 
ز عشق شمس تبریزی ز بیداری و شبخیزی
مثال ذره گردان پریشانم به جان تو
 
Şems Tebrizi aşkından, uyanış akşamdan şafağa kadar
Bir toz zerresi gibi, sıkıntım senin ruhindendir. Yani sorunum ayrılıktandır
 
Bu beyte geçen "Şems Tebrizi" kimdir, şeyh midir? Eğer şeyh ise bunun şiirin içeriğiyle ne alakası var?
Şems Tebrizi insan değil. O, "Allah'ın dalgalar halinde dökülen nuru “dur, Yani Tanrının ışığıdır. Mevlana o "ışığı" sever. Ve o aşktan bahseder.
ــ Şems "ışık" anlamına gelir.
ــ Teb "dalga" anlamına gelir.
Ve Riz "inmek" anlamına gelir. Bu beyitte şöyle denilmektedir: "Şems-i Tebriz’inin aşkından", yani Allah aşkından anlamına gelmektedir. Sonede bir şeyhe yer verirsek, değiştirilen sonenin anlamı "müşriklik" anlamına gelmez mi?
 
Divan edebiyatının diğer şairleri gibi Mevlana da bilgisini Halktan almıştır.
"Halk Halk Halk"
Edebiyat Divanı kültürü mantığında şairlerin tek öğretmeni yalnızca halktır. Her bilgi, her deneyim "Halktadır. Divan edebiyatı kültüründe hiçbir şairin belli bir "efendisi" yoktur ve varlığı mantıktan uzaktır. Kuşkusuz Divan edebiyatı kültüründe "bireysel çaba" şarttır. Yani şairi "şair" yapan insan çabasıdır, ama "şiir yeteneği" olması şartıyla. Allah her insana "bir yeteneğin özünü" vermiştir. İnsanın arayışı onun özü bulmasına sebep olur.
Bir insanın şiirsel yeteneği varsa onun için en değerli lider "halktır". Maneviyatın sermayesinin tamamı halkın elinde olduğundan Edebiyat Divanı kültüründe halkın yeri Allah'tan sonra ikinci sıradadır. Halkı her zaman sevmişimdir çünkü halktan en iyi rehberliği gördüm. Sosyal medyada aktif olduğumda, her hata yaptığımda kafama acımasızca vuruldum.
Halkın kaleminin yumrukları hamlığımı pişirdi.
Hiçbir öğretmenden böyle bir davranış görmedim. Eğer bu iş şairlerin veya hicivcilerin rehberliğinde yapılsaydı, Ya da şeyhlerin rehberliğinde yapılsaydı Türkiye'de Cem Yılmaz "bir tane değil, binlerce tane" olurdu.
 
Mevlana, Divan edebiyatı kültürüyle yaşadı, halktan öğrendi ve öğrendiklerini halka geri verdi. Halkın yanında olduğu ve halktan bilgi aldığı için binlerce kişi, onlarca isimle yanına geldi, ancak ömründe "Şems" adında bir şeyh olmadı. Eğer bir şeyhin varlığını kabul edersek o’nun edebî divanının bütün mantığını yakmamız gerekir. Zira o’nun mistik şiirlerinin mantığı Şeyh'in varlığını reddeder.
 
Divan edebiyatı kültürü Şeyh'in varlığını reddeder. Horasan'ın laik yaşam kültürü Şeyh'in varlığını reddeder. Eğer bu gerçek doğruysa, hangi mantıkla Mevlana'yı bir şeyhin talebesi olarak gösterdiniz? Peki, bu "akıldışı" neden Celaleddin ismiyle gösterildi? Bu olayı anlayabilmek için Türkiye'nin dindarlık tarzını incelemek gerekiyor. Bu dindarlık tarzını bilmek için Horasan din kültürünü tarihin mantığı içinde incelemek gerekir. Türkiye'nin dindarlığı Horasan din kültüründen farklıdır. Mesela: Biz Horasan Türkleri, diğer Horasan halklarıyla birlikte "İslam dinini" kabul ettik. Arap yaşam tarzını hiçbir zaman kabul etmedik.
Yani Horasan ülkelerindeki İslam, Horasan İslami tarzına sahiptir. Horasanlıların aklına İslam Peygamberi ve diğer İslam şahsiyetleri gelince, bir Horasanlının yüzünü hayal ederler. Bu kültür, Peygamber'in Horasan halkının hikâyelerinde edebiyat şairi olmasına neden olmuştur. Yani hikâyelerdeki konuşmaları şiirle yapılmıştır. Hz. Ali ve diğer İslam karakterleri Horasan yüzlü kahramanlar olarak tasvir edilmiştir. Bu kültür, Horasan ülkelerinde, Pakistan, Bangladeş ve Hindistan ülkelerinde tarikat kültürünün toplumda hâkim olmamasına yol açmıştır. Türkiye'de "Tarikatın ne olduğunu anladım, daha önce bilmiyordum.
Bu Horasan kültürü, bu ülkelerde dinin "kutsal" konumunda kalmasına neden olmuştur. Mesela bu ülkelerde Kur'an-ı Kerim'i bilmeyen bir kişi, "günahtan“ korktuğu için İslam adına veya Kur'an adına konuşmaya cesaret edemez. Türkiye'de bu kültüre karşı başka bir kültür ortaya çıkmış. Türkiye'de herkes İslam adına, Kuran adına kişisel tezlerini savunabilir. Hata yapmaktan korkma kültürü Türkiye'de pek yaygın değildir. Horasan ülkelerinde "Müslüman" sadece bir "kuldur". Herkesin Allah'ın önünde "kul" gibi davranmasının sebebi de bu kültürdür ama Türkiye'de kanunu kendileri yapıp Allah'ı o kanuna tabi kılıyorlar, sonra da İslam adına o kanunun propagandasını yapıyorlar. Ya Bakara Suresi'nin 79. ayetini bilmiyorlar ya da Allah'ın emirlerine değer vermiyorlar.
Bu iki din kültürü birbirine o kadar uzaktır ki, "Taliban" bile Türkiye'de hiçbir Türk-İslam grubuyla birlikte çalışamaz.
 
Dinin insanlara ait olduğunu anlamalıyız. Hükümet veya gruplar dini kendi adreslerinden halka sunarsa, din zarar görür.  Bu yarım yüzyılda, Afganistan ve İran'da ilk kez, hükümetler ve gruplar dinin hükümdarı oldular. Afganistan ve İran'dan en iyi deneyime sahibiz. Bu iki ülkede gruplar ve devlet dini sahiplenerek dine zarar vermiştir. Dinin hükümetin ve grupların eline geçtiği bu iki ülkede, sonuç onların anti-programlama pratiğinde oldu. Başka bir deyişle, dinin insanlar arasında kutsal olduğu rol zayıfladı. Eğer bu iki ülkenin geleceğinde rejim değişirse, İslam dini çok zayıf kalacak ve bunun sonucunda Zerdüştlük dini büyüyecektir. 2010'dan sonra Türkiye'de ateizm ve deizm, hükümetin ve grupların dine müdahalesinin artmasıyla gelişti. Unutmayalım ki, bir toplumda devlet ya da gruplar, İslam adına kendi aklının dinini propaganda ederse, bu benlik karşıtı ahlakı yaratacaktır.   
 
Mevlana, Horasanın dini kültürü ile bağlantılı bir Müslümandı. Divan edebiyatının Horasan din kültürüne etkisi olağanüstüdür.
Bu nokta çok önemlidir.
Edebiyat Divanı'nın Horasan'ın dinî üslubu için belirlediği kültür, Anadolu'nun dinî üslubundan farklıdır. Horasan dininde "düşünmek" ve "araştırmak" topluma yön verir. Yani din hakkında söylenen her şey mantığa dayanmalıdır.  Yani din, edebiyat divaninin kültürünün kabul ettiği mantıktan yoksun değildir.
 
Oldu renksizlik tutsak Renge
Duştu ahlak zehir saçan beng'e
Bu devirde erdem etik kalmadı
Herkesin gözü rengârenge
 
Size Celaleddin'in "Şems-i Tebrizi" sanatını kullandığı başka bir sone sunacağım. Bu sonede Mevlana Allah'a şöyle der: " Bu sarhoşu kendi evinde kabul ettin. Sarhoşların sabotajcı olduğunu herkesten daha iyi biliyorsun, Bana sarhoş olmamı emrettiysen, işleri berbat ettiysem, beni suçlama.
Sonede Celaleddin'in sarhoşluğu Allah'la sevişmek anlamına gelmektedir. Yani Allah aşkıyla sarhoştu. Sarhoşun aklı insanlara emir vermez, aklını kullanmayan sarhoş ise her şeyi mahveder. Bu gazelde Mevlana, önüne çıkan her şeyi kırıp yok ediyor ve şu mesajı veriyor: "Düşünmeden" Allah'ı ve İslam'ı kabul etmeyin. Yani anne babanızdan ve çevrenizdeki insanlardan öğrendiğiniz İslam'a güvenmeyin, onların size söylediklerini yıkın ve sonra aklınızı kullanarak İslam'ın ve Allah'ın "bireyliğini" başkalarının müdahalesi olmadan kabul edin.
Eğer Celaleddin'in bu mantığını Kuran'da görürsek, Allah Kuran'da insanın zihnindeki varlığını kabul ettirmek için insanla tartışır.
 
Celaleddin'in şiirlerinde bir noktayı derinlemesine anlamamız gerekir ki, Mevlana manevi bir ailede doğmuştur ve her şeyi o ortamdan öğrenmiştir. Büyüdüğünde zamanının en iyi öğrencilerinden biri oldu. Herkesten öğrendi. Yani insanlardan öğrenmiştir.
Kendimi halka feda etmeliyim çünkü bütün ilim halkladır.
Mevlana ilim öğrendikten sonra edebiyata âşık oldu. Edebiyat Divanı'na sarıldı. Edebiyat Divanı, Mevlana için onu her zaman sarhoş eden bir kadeh şarap haline geldi.
Celaleddin, Edebiyat Divanı'nda dini kişiliğinin kendine bağlı olması, ancak Edebiyat Divanı'nın halka ait olması nedeniyle dini kişiliğini edebiyat eserlerinden ayırmıştır. Divan Edebiyatı kültüründe her şair kendi döneminin ruhunu şiirlerinde yansıtmış ve her şiirini kendi kişisel kültüründen ve kendi yaşam tarzı ortamından yazmış ancak kendi yaşam tarzını ve kendi kişisel kültürünü tanıtmamıştır. Bu adresleri insanlara mesaj göndermek için kullandılar. Şimdi Mevlana'yı ele alalım, o müslüman bir ruhani kişiydi, dolayısıyla şiirlerinde o adresten insanlara mesaj gönderebiliyordu. Celaleddin bunu yaptı ama kimseyi yaşam tarzını değiştirmeye zorlamadı. O'nun mistik şiirlerinde "sorgulamak" ve "düşünmek", eserlerinin temelini oluşturur. O'nun şiirlerinin tamamında "Allah ho" mantığıyla insanları teşvik eden tek bir şiir yoktur. Bu mantıkta insan sonsuz kadere teslim olur, ancak bu mantık edebiyat divani tarafından reddedildiğinden bu mantığa karşı çıkmıştır.
       
Divan Edebiyat kültüründe çok önemli bir nokta, divan edebiyatına ait şiirlerin bu kültürde yaşayanlar tarafından yorumlanıp analiz edilebilmesidir. Divan Edebiyat kültüründen uzaksa, Mevlana'nın dilini nasıl bilebilir?
Hekimlik mesleğini İslam din adamlarına verirsek, onlar da hekimlik dallarını "cinlere ve perilere" vermiş olmuyorlar mı?
Celaleddin'in şiirleri edebiyat profesörleri tarafından değil de Tarikatçılar tarafından incelenip yorumlansa edebiyat rezil olmaz mı?
Mevlana edebiyat alanında çok zeki bir öğrenciydi. Ölümüne kadar öğrenciliğini bırakmadı. Edebiyatı çok sevdiği için edebiyata çok şey kattı. Hizmetinin edebiyatta tanınması halinde Türk milleti içindeki yeri yüz kat artacaktır.
Edebiyat, edebiyat ve edebiyat!
Her şey edebiyatın elindedir. Afganistan'da yarım yüzyıl süren savaşta edebiyatın gücünü gördüm. Afganistan savaşlarında Taliban'ın savaşlarda 100 askeri komuta edecek bir komutanı bile yoktu ama NATO'yu mağlup etti. Dünyadaki herkese sorsam Taliban'ın askeri komutanlığı olan 100 kişilik bir grubu var mıydı? Hiç kimse bir komutanını adını tanıtamaz.
ــ Amerika tanıtamaz.
ــ Türkiye tanıtamaz.
ــ Dünya basını tanıtamaz.
NATO tanıtamaz. Tek bir askeri komutanları yoksa NATO'yu hangi güçle yendiler?
Tek bir cevap var: "Edebiyatla."
Edebiyatı çok güzel kullandılar ve ondan Afgan halkının gücünü kullandılar ve yüz binlerce insanı savaşa sürüklediler.
ــ Amerika’nın anlayamadığı bir mucize!
ــ Türkiye'nin anlayamadığı bir mucize!
Dünya basınının ve NATO'nun anlayamayacağı bir mucize! Afganistan Türkiye gibi bir ülke değil Şüphesiz Türkiye'de çok güzel ve heyecan verici sohbetler var ama Afganistan'da çok az sohbet var ama her sohbet kendi zamanında ve mekânında gerçekleşiyor. Bu bir edebiyat mucizesidir Zira insanlara mantıktan uzak konuşmak yerine mantıkla yaşamayı öğretmiştir. Taliban'a liderlik eden Akıl bu özelliği çok iyi anladı ve bunu kendi avantajına kullandı.
Taliban'a liderlik eden aklın mollalar olmadığını anlamamız gerekiyor. Bunlar, Afgan halkının iradesiyle Afgan toplumunun içinden Taliban'a liderlik eden güçlü bilim insanlarıdır. Dolayısıyla bu konu da Şems Tebrizi'nin hikâyesi gibi oldukça karmaşıktır.
Ne yazık ki Horasan coğrafyasının değeri insanların hayatı için bir felaket olmuş ve her büyük dünya gücü bu coğrafyaya âşık olmuş ve vatanı ateşe vermiştir. Celaleddin'in şiirlerinin mantığı Afganistan'ı ve halkını tanımanın en iyi öğretmenidir.
 
Senden benden önce, gece gündüz var olmuş
Her gecede ay yıldız, Nigar olmuş
Dünyanın neresine, ayak basarsan bas
Her zaman us, akılla yar olmuş
 
باز آمدم چون عیدِ نو، تا قفلِ زندان بشکنم
وین چرخِ مردمْ‌خوار را چنگال و دندان بشکنم
هفت‌اخترِ بی‌آب را، کین خاکیان را می‌خورند
هم آب بر آتش زنم، هم بادهاشان بشکنم
از شاهِ بی‌آغازْ من، پرّان شدم چون باز من
تا جغدِ طوطی‌خوار را در دِیرِ ویران بشکنم
زآغاز عهدی کرده‌ام کاین جان فدایِ شه کنم
بشکسته بادا پشتِ جان گر عهد و پیمان بشکنم
امروز همچون آصفم، شمشیر و فرمان در کفم
تا گردنِ گردن‌کشان در پیشِ سلطان بشکنم
روزی دو، باغِ طاغیان گر سبز بینی، غم مخور
چون اصل‌های بیخ‌شان از راهِ پنهان بشکنم
من نشکنم جز جور را یا ظالمِ بدغور را
گر ذرّه‌ای دارد نمک گبرم اگر آن بشکنم
گشتم مقیمِ بزم او، چون لطفْ دیدم عزمِ او
گشتم حقیرِ راه او، تا ساقِ شیطان بشکنم
چون در کفِ سلطان شدم، یک حبّه بودم کان شدم
گر در ترازویم نهی، می‌دان که میزان بشکنم
چون من خراب و مست را در خانهٔ خود ره دهی
پس تو ندانی این قدَر کاین بشکنم، آن بشکنم؟
گر پاسبان گوید که «هی!»، بر وی بریزم جامِ می
دربان اگر دستم کشد، من دستِ دربان بشکنم
چرخ ار نگردد گِرْدِ دل، از بیخ و اصلش برکنم
گردون اگر دونی کند گردونِ گردان بشکنم
خوانِ کرم گسترده‌ای، مهمانِ خویشم برده‌ای
گوشم چرا مالی اگر من گوشهٔ نان بشکنم؟
نی نی، منم سَرْخوان تو، سرخیلِ مهمانان ِتو
جامی دو بر مهمان کنم، تا شرمِ مهمان بشکنم
ای که میانِ جانِ من تلقینِ شعرم می‌کنی
گر تن زنم خامش کنم، ترسم که فرمان بشکنم
از شمسِ تبریزی اگر باده رسد، مستم کند،
من لااُبالی‌وار خود اُستُونِ کیوان بشکنم
 
Şimdi gazeli Türkçe yazıyorum.
 
باز آمدم چون عیدِ نو، تا قفلِ زندان بشکنم
وین چرخِ مردمْ‌خوار را چنگال و دندان بشکنم
 
Tekrar geri döndüm, hapishane kilidini kıracak yeni bir Bayram gibi
Ve bu insan yiyen çarkın pençelerini ve dişlerini kırmak için
 
(Not: Gazel'in ilk beytinde Mevlana dünya sistemine isyan etmektedir. İnsanlara dünya sistemine karşı bir mesaj verdiği için herkesi kışkırtıyor. Bu davranışı görünüşte Allah'a isyanı çağrıştırıyor ama Kur'an-ı Kerim'den bu mantığa baktığımızda başka bir konuyu ortaya çıkarıyor. Kur'an-ı Kerim'in mantığına göre Allah, herkesin ilahıdır. O, iyiliğin ve kötülüğün Tanrısıdır. O, meleklerin tanrısı ve İblisin tanrısıdır. Allah bu dünyayı evrime dayalı olarak yaratmış ve gerilimi bu dünyanın temeli haline getirmiştir, yani savaş ve şiddet dünyanın kanunu haline gelmiş ve Tanrı insanı sınadığı için, iyiliği bulma görevini insana vermiştir.
İyi şeyleri bulmak için insanın aleyhine olan değişimleri bilmesi ve mümkünse onları yıkıp yeniden inşa ederek "iyiye" ulaşması gerekir.
Eğer iyilik bu dünyanın "yasası" olsaydı, iyiliği bulma çabası olur muydu?
Var olan bir şey bulunmalı mı?
İyilik ve kötülük insanlar için değerli olgulardır, Tanrı için önemli değildirler. Bu mantığın tersi ise Kur'an'ı bilmemektir.
Bu sonede Hz. Mevlana bu mantıktan yola çıkarak bir mesaj vermiştir.)
 
هفت‌اخترِ بی‌آب را، کین خاکیان را می‌خورند
هم آب بر آتش زنم، هم بادهاشان بشکنم
 
Dünya insanlarını yiyen yedi susuz yıldız
Ateşlerine su döküp fırtınalarını kıracağım.
 
(Not: İnsan aklı yedi gök tarafından ele geçirilmedi mi? Mevlana yedi göğün "sırrından" söz eder.)
 
از شاهِ بی‌آغازْ من، پرّان شدم چون باز من
تا جغدِ طوطی‌خوار را در دِیرِ ویران بشکنم
 
Benim Başlangıcız Krallığımdan uçuruldum şahin gibi
Yıkık manastırdaki papağan yiyen baykuşu kırmak için
 
زآغاز عهدی کرده‌ام کاین جان فدایِ شه کنم
بشکسته بادا پشتِ جان گر عهد و پیمان بشکنم
 
Başından beri bu hayatı Sultan için feda etmeye yemin ettim
Hayatımın belini kırarım, eğer antlaşmayı bozarsam
 
(Not: Mevlana bir yandan hayatın tüm sistemini sorgularken diğer yandan Allah'a olan bağlılığını dile getirmiştir. Bu sistem Allah'ın dilemesiyle kurulmamış mıydı?
Evet, Tanrı'nın iradesiyle kuruldu!
Kur'an-ı Kerim'de Allah bize bu sistemi incelememizi ve buna göre hareket etmemizi emretmektedir. Yani hiçbir şeyi araştırmadan kabul etmemeliyiz. Mevlana sistem içerisinden bilgi almak için her şeyi kırıyor ve bize düşünmeyi ve araştırmayı bir yaşam kültürü olarak seçmeyi öğretiyor.)
 
امروز همچون آصفم، شمشیر و فرمان در کفم
تا گردنِ گردن‌کشان در پیشِ سلطان بشکنم
 
Bugün, Asıf'ım gibi, kılıç ve emir avucumda
(Asıf;  Şiddetli rüzgâr, fırtına)
Padişahın huzurunda gerçeğe doğru eğilmeyenlerin boynunu kırmak için
 
Not: Bu beyittin hedefi, kendi kişisel İslam'ını İslam adına ve Allah adına yücelten, onu gerçek ve kutsal İslam olarak görenlerdir.
 
چون در کفِ سلطان شدم، یک حبّه بودم کان شدم
گر در ترازویم نهی، می‌دان که میزان بشکنم
 
Padişahın eline düştüğümde bir tohumdum, bir maden oldum
Beni tartıya koyarsanız, teraziyi bozacağım
 
روزی دو، باغِ طاغیان گر سبز بینی، غم مخور
چون اصل‌های بیخ‌شان از راهِ پنهان بشکنم
 
Meleğin yüzüyle, o şeytanların ve yalanda çok ileri gidenlerin, bahçeleri yeşilse üzülme
Bu uydurmaların dibini gizli bir yolla yok edeceğim
 
من نشکنم جز جور را یا ظالمِ بدغور را
گر ذرّه‌ای دارد نمک گبرم اگر آن بشکنم
 
Ben Zalim zorbadan başkasının boynunu kırmayacağım
Eğer onda bir parça doğruluk varsa, onu bozarsam ölurum
 
گشتم مقیمِ بزم او، چون لطفْ دیدم عزمِ او
گشتم حقیرِ راه او، تا ساقِ شیطان بشکنم
 
Onu ziyarete gittim, çünkü kararlılığını gördüm
Şeytanın bacağını kırmak için yolunun alçakgönüllülüğünü aradım
 
چون من خراب و مست را در خانهٔ خود ره دهی
پس تو ندانی این قدَر کاین بشکنم، آن بشکنم؟
 
Sen benim gibi huzursuz ve sarhoş bir adamı evine aldın, bunu onu kıracağımı bilmiyor muydun?
 
(Not: Allah sevgisiyle sarhoş olan insanı Allah sever. Sarhoş olan Hedefe ulaşmak için her şeyi kırar, yani araştırır. Mevlana mantığına göre Allah sevgisine kapılan insan, Sarhoş ve gerçeği bulmak için her yere ulaşandır. Celaleddin'in şiirlerindeki mantıkta Allah aşığı, bu dünyayı terk edip kendini Allah'a ibadet etmeye esir eden biri değildir.)
 
گر پاسبان گوید که «هی!»، بر وی بریزم جامِ می
دربان اگر دستم کشد، من دستِ دربان بشکنم
 
Allah aşkıyla sarhoş olan ben, Allah'ın evinde evin bekçisi bana "Hey" derse, Mey kadehini onun başına serpeceğim.
Ev bekçisi elimi tutarsa, elini kıracağım.
 
چرخ ار نگردد گِرْدِ دل، از بیخ و اصلش برکنم
گردون اگر دونی کند گردونِ گردان بشکنم
 
Eğer bu dünyanın çarkı kalbin etrafında dönmezse, onu dibinden ve kökeninden çıkaracağım
Gökyüzü soysuz olursa göğün boynunu kırarım
 
خوانِ کرم گسترده‌ای، مهمانِ خویشم برده‌ای
گوشم چرا مالی اگر من گوشهٔ نان بشکنم؟
 
Cömert bir sofra kurdun ve beni de yanına aldın
Seni dinlemem sadece bir metaa ise, hayatın köşesini kırarım
 
نی نی، منم سَرْخوان تو، سرخیلِ مهمانان ِتو
جامی دو بر مهمان کنم، تا شرمِ مهمان بشکنم
 
Hayır, hayır, misafirlerinle birlikte masanın yüksek pozisyonuna oturdum.
Misafirlere bir iki bardak vereceğim ki misafirlerin utancını kırabileyim.
 
(Türklerin Orta Asya'daki çadırlarında başlayan edebiyat kültürü, insanlığın yüksek yaşam tarzını şekillendirmiştir. Tarih çarkında Türklerin tarihine bakacak olursak, "Türk kılıcının gücü ve edebiyatın gücü" onların tarihinin oluşmasına sebep olmuştur. Bu algıya sahip olmalıyız ki Edebiyat Divanı, Türklere başkalarının önünde düşünerek ve araştırarak konuşmayı öğretmiştir. İnsan aklını hayal dünyasına götüren Mevlâna gibi Edebiyat Divanı şairlerinin hayret verici mesajları vardır. "Bidel Dehlavi", her şiirinde insanı mutlu eden, insan dünyasının aklını normal halinden çıkarıp sarhoş eden en az birkaç sihirli söze yer veren her şiirinde şairlerden biridir.
 
Bu şiirde Mevlana Allah'a şöyle der: Rahatlayamıyorum çünkü sen benim her şeyim oldun. Elimden geldiğince, kullarının zekâsına olağanüstü talimatlar vereceğim.
Celaleddin'in amacı topluma düşünme ve araştırma etiğini öğretmektir. Hiçbir şiirinde bu duayı yüz defa tekrarlamanızı, gecenizi ve gündüzünüzü Allah'a hamt ederek geçirmenizi söylememiştir. O, dünya insanlarının ahiret hedefine ulaşması için bu dünyada çalışmıştır. Bu, mantığa dayalı dini bir üsluba sahip olan Horasan Edebiyat Kütüphanesi'nin kültürüdür.)
 
ای که میانِ جانِ من تلقینِ شعرم می‌کنی
گر تن زنم خامش کنم، ترسم که فرمان بشکنم
 
Ey Tanrım, ruhumda bir yer edinen sen, bana şiir okumayı telkin ediyorsun
Aklımı kapatır ve bu şekilde şiir okumazsam, korkarım ki senin emrinden, Çıkacağım Çünkü ben aklın lideriyim.
 
(Not: Celaleddin'in şiirlerinde sergilediği yaşam tarzı, O'nun tarafından Allah'ın emri olarak değerlendirilmektedir. Mevlana'nın Kur'an-ı Kerim'i yorumlaması bu şekildedir. O'nun her mistik şiirinde hedef yalnızca insanlardır. O'nun Allah'la ilişkisi kişisel bir ahlaktır. Kişisel dindarlığı onun kırmızıçizgisidir ve onunla ilgilidir. Hiçbir şiirinde yaşam tarzını başkalarına dikte etmez. Bu, Divan edebiyatı kültürünün bir özelliğidir ki, Mevlana'nın şiirlerindeki mantık "Kim olursan ol, gel" diye dikte etmiştir.)
 
Artık bu gazelin son mısrasına ulaştık. Son dizede "Şems Tebrizi" sanatını kullanmıştır. Şöyle diyor: "Eğer şarap Şems Tebriz’den gelip beni sarhoş ederse pervasız davranışlarımla keyvanın  (Zuhal) statüsünü bozarım."
 
از شمسِ تبریزی اگر باده رسد، مستم کند،
من لااُبالی‌وار خود اُستُونِ کیوان بشکنم
 
Şimdi "Şems Tebrizi"yi bilmek için biraz düşünelim. Düşünürsek bu sonenin "Mevlana'nın Allah'la olan konuşmasını gösterdiğini" anlarız. Bu sonede üçüncü bir kişi var mı?
Hayır, çünkü "Şems Tebrizi", "Allah'ın nurunun dalga şeklinde inmesi" anlamına gelir. Mevlana, Nurullah'tan bir kadeh şarap ister. Yani Allah'ın lütfuyla sarhoş olmak için Allah'ın lütfunu arar. Diyelim ki Şems Tebrizi adında bir şeyh var, bu şeyh hangi şiir mantığına uyuyor? Eğer şiirin mantığına aykırıysa, Mevlana neden Şems-i Tebrizliden bir kadeh şarap istedi? Edebiyat Divanı kültürü yüksek bir bilgi birikimine sahiptir. Eğer bu kültürü yok ettiyseniz, "şeyhlik kültürü" Şems-i Tebrizi'yi bir şeyh zannedecektir. Bu akıl dışılıkla Horasan ülkelerindeki edebiyat profesörleri Türk aydınlarının zekâsıyla alay ederse bizim de gücenmeye hakkımız var mı?
Celaleddin, davetsiz misafirleri aldatmak için Şems-i Tebrizi sanatını kullanmıştır. Hiçbir şair Mevlana'nın bir şeyhin öğrencisi olduğunu kabul etmez. Edebiyat mantığı kabul etmez. Eğer Celaleddin'in düşünce tarzı bir şeyhin varlığına izin vermiyorsa, "Şems Tebrizi" adında bir şeyhin varlığında ısrar etmek akıllıca mı olur?
Keşke Türk edebiyat camiasında en azından bir şair olsaydı ve ona şunu sorardım: Atalarımızın edebiyatını neden bu kadar önemsiz hale getirdiniz?
 
Şimdi "felsefi" şiirlerden birini seçip sizlere sunacağım. Bu soneler, zihnin şimdiye kadar farkında olmadığı bir dünyayı tasvir ederken aynı zamanda zihnin bilinçdışı hareketlerini de göstermektedir. Şimdi soru şu: Mevlana’nın kendisi bu gazellerin içeriğinden haberdar mıydı?
Hayır, çünkü bu imkânsız!
Divan şiiri edebiyatında şair ilk kıtanın oluşumundan bile haberdar değildir. Demek ki şair de diğerleri gibi her şeyden habersizdir. Peki, bu sözleri şairin dudaklarına hangi güç sokar?
Şairin bilgisi ve uzun tecrübesi bunu yapar ve edebiyat divanının kültürünün kucağına düşmesi, edebiyatı sevmesi ve şair yeteneğine sahip olması şartıyla, insanın varlığında bir "şair" yaratır.
Mevlana Çogan oyunundan bu sonenin son satırında felsefi bir mesaj vermiştir.
 Eski çağlarda Orta Asya Türkleri hayvan yünlerinden "futbol" toplarına benzer toplar yapmak için kullanıyorlardı. Çogan (Polo) topları uzun sopalarla rakip kaleye doğru taşınıyordu. Bu oyun atlarla oynanırdı. Bu Gazelde Allah Mevlana'ya diyor ki: Elimde Çogan sopası var ve Çogan topu sensin, seni istediğim yere götürürüm. Seni her yere götürdüğüm doğru ama arkandan koşuyorum. Mevlana Allah'a cevaben şöyle der: Benim senin sopanın önünde bir "top" olduğum ve senin önünde bir koşucu olduğum doğrudur, fakat cevap ver: "Önünde bir koşucu ben miyim yoksa arkamdan bana koşan sen misin?"
Mantık: Tanrı insanı, insanın Tanrı'yı ​​tanıyabilmesi için yarattı. Çünkü Tanrı bilinmek istiyordu. Eğer insan olmasaydı Tanrı'yı ​​kim bilebilirdi?
Eğer bu doğruysa kimin kime ihtiyacı var?
Eğer Tanrı'nın insana ihtiyacı yoksa neden insana peygamberler gönderdi?
Kitapları neden gönderdi?
Cenneti ve cehennemi neden yarattı?
Mantık şudur: İnsan aklı anlarsa insan değerli bir cevherdir.
 
آمده‌ام که تا به خود گوش کشان کشانمت
بی‌دل و بی‌خودت کنم در دل و جان نشانمت
آمده‌ام بهار خوش پیش تو ای درخت گل
تا که کنار گیرمت خوش خوش و می‌‌فشانمت
آمده‌ام که تا تو را جلوه دهم در این سرا
همچو دعای عاشقان فوق فلک رسانمت
آمده‌ام که بوسه‌ای از صنمی ربوده‌ای
بازبده به خوشدلی خواجه که واستانمت
گل چه بود که کل توی ناطق امر قل توی
گر دگری نداندت چون تو منی بدانمت
جان و روان من توی فاتحه خوان من توی
فاتحه شو تو یک سری تا که به دل بخوانمت
صید منی شکار من گرچه ز دام جَسته‌ای
جانب دام بازرو ور نروی برانمت
شیر بگفت مر مرا نادره آهوی برو
در پی من چه می‌دوی تیز که بردرانمت
زخم پذیر و پیش رو چون سپر شجاعتی
گوش به غیر زه مده تا چو کمان خَمانمت
از حد خاک تا بشر چند هزار منزلست
شهر به شهر بردمت بر سر ره نمانمت
هیچ مگو و کف مکن سر مگشای دیگ را
نیک بجوش و صبر کن زانک همی‌ پزانمت
نی که تو شیرزاده‌ای در تن آهوی نهان
من ز حجاب آهوی یک رهه بگذرانمت
گوی منی و می‌دوی در چوگان حکم من
در پی تو همی ‌دوم گرچه که می‌دوانمت
 
Şimdi bu mucizevi şiiri Türkçe yazacağım. Bu sonenin yazım şekli diğer sonelerden farklıdır. Bu sonede âşık ile sevgili birbirleriyle konuşurlar. Bu, Allah'ın Mevlana ile konuştuğu anlamına gelir. Konuşmalarında “ben dedim, sen dedin” gibi sözler yok. Şiirin içeriği bize bu ikisinin birbirleriyle nasıl konuştuğunu anlatır. Yani Divan edebî kültüründen haberdar olmayanların aklı şiir bilgisinde donacaktır.
 
آمده‌ام که تا به خود گوش کشان کشانمت
بی‌دل و بی‌خودت کنم در دل و جان نشانمت
 
Seni yanıma getirmeye geldim. Kulaklarını çekip seni kendime doğru çekiyorum.
Seni o kadar sarhoş edeceğim ki bilincini kaybedeceksin ve sonra kalbine ve ruhine kendimi yerleştireceğim
(Tanrının konuşması.)
 
آمده‌ام بهار خوش پیش تو ای درخت گل
تا که کنار گیرمت خوش خوش و می‌‌فشانمت
 
 
Sana geldim, ey mutlu bahar, ey çiçek ağacı
İçtiğim bir kadeh şarap gibi seni kenara çekmek için sevincimi gösteriyorum
(Mevlana’nın konuşması.)
 
آمده‌ام که تا تو را جلوه دهم در این سرا
همچو دعای عاشقان فوق فلک رسانمت
 
Seni bu dünyada tezahür ettirmek için buradayım
Âşıkların duası gibi, seni gökyüzünün yüksekliğine çıkaracağım
(Tanrının…)
 
آمده‌ام که بوسه‌ای از صنمی ربوده‌ای
بازبده به خوشدلی خواجه که واستانمت
 
Sevgilinden bir öpücük kaptığın için geldim
Sevgilinden çaldığın öpücüğü mutlu bir kalple ver, seni onurlu bir adama dönüştüreyim.
(Tanrı)
 
گل چه بود که کل توی ناطق امر قل توی
گر دگری نداندت چون تو منی بدانمت
 
Çiçek nedir, dünyadaki her şey senin tecellindir, sen kulunun danışmanı ve sözcüsüsün
Başkası seni tanımıyorsa, ben seni tanıyorum çünkü sen bana aitsin
(Mevlana)
 
جان و روان من توی فاتحه خوان من توی
فاتحه شو تو یک سری تا که به دل بخوانمت
 
Sen benim canım ve ruhumsun,  Fatiha okuyucumsun
Bütün imkânlarınla ​​Fatiha ol ki, seni yüreğimde okuyabileyim
(Tanrı)
 
صید منی شکار من گرچه ز دام جَسته‌ای
جانب دام بازرو ور نروی بران-مت
 
Sen benim iyi avımsın, ama tuzaktan kaçıyorsun
Kendi mutluluğunla tuzağıma git, gitmezsen ben Tuzağa düşüreceğim
(Tanrı)
 
(Not: Mevlana, bir kişi Allah'ın rızasını kazanırsa Allah'ın onu terk etmeyeceği mesajını vermektedir.
Sadece insanın elinde olan her şey anlamına gelir. Allah'ın razı olmadığı kimselerle ilgili bu bayttan sonra Mevlana, Allah'ı aç bir aslan, insanı ise zavallı bir geyik olarak göstermiştir.)
 
شیر بگفت مر مرا نادره آهوی برو
در پی من چه می‌دوی تیز که بردرانمت
 
Aslan dedi, "Sen nesin, peşimden koşan zavallı küçük bir geyik"
Neden peşimden koşuyorsun? Acele et, git, yoksa seni paramparça ederim
(Mevlana)
 
(Not: Dünyada her dinde Allah'ın rızasını kazanmak için kendi davranış ve akıl yöntemiyle hareket eden, tatmini elde etmeye çalışan insanlar vardır. Bu insanlar Allah'ın emrinden habersizdirler. Onlar ne kadar Allah'a tapınma rolünü oynarlarsa oynasınlar, Allah onlardan uzaklaşacaktır. Mevlana bu şiirinde bu konuyu şiir yeteneğiyle gündeme getirmiştir.
Divan Edebiyatı şairleri güzel ve zarif yazarlardır. Şiirin cümlelerindeki kelimeleri güzelleştirmek şairlerin sanatıdır. Mevlana'nın şiirinde yansıyan o tatlı ve güzel havayı sizlere aktaramıyorum çünkü konuyu sade bir dille yazmaya çalışıyorum.)
 
زخم پذیر و پیش رو چون سپر شجاعتی
گوش به غیر زه مده تا چو کمان خَمانمت
 
Her türlü soruna karşı hassas ve cesur bir kalkan gibisin
Benden başka kimseyi dinleme, dinlersen seni yay gibi bükerim
(Tanrı)
 
از حد خاک تا بشر چند هزار منزلست
شهر به شهر بردمت بر سر ره نمانمت
 
Doğduğun günden öldüğün güne kadar birkaç bin ev var, bu da sorunların olduğu anlamına geliyor
Seni bir şehirden başka bir şehre götürdüm ama yolda yalnız bırakmadım
 
Bu, Tanrı'nın iyi ve saf insanlarla birlikte olduğu anlamına gelir. Ancak Kur'an-ı Kerim'in mantığına göre mükâfatlar ahirette verilmektedir. Tanrı adil olduğu için, bu dünyadaki herkes emeğinin bereketini alır. Başka bir deyişle, Allah'ın mükâfatları sadece ahirettedir. 
 
هیچ مگو و کف مکن سر مگشای دیگ را
نیک بجوش و صبر کن زانک همی‌ پزانمت
 
Hiçbir şey söyleme, sinirlenme ve hiçbir bağlantı olmadan mantık kazanını açma
İyilikle kaynat ve sabırlı ol ve sabır tenceresinde pişmesini bekle Çünkü ben pişireceğim
(Tanrı)
 
نی که تو شیرزاده‌ای در تن آهوی نهان
من ز حجاب آهوی یک رهه بگذرانمت
 
Ney ki sen gizli bir geyiğin vücudunda bir aslansan
Seni bir geyiğin perdesinden geçireceğim. Yani seni önümde bir geyik gibi yapacağım.
(Tanrı)
 
گوی منی و می‌دوی در چوگان حکم من
در پی تو همی ‌دوم گرچه که می‌دوانمت
 
Elimde Çogan sopası var ve Çogan topu sensin, seni istediğim yere götüreceğim. Seni her yere götürdüğüm doğru ama arkandan ben koşuyorum.
(Tanrı)
 
Şiirin Mantığı: Benim senin sopanın önünde bir "top" olduğum ve senin önünde bir koşucu olduğum doğrudur, fakat cevap ver: "Önünde bir koşucu ben miyim yoksa arkamdan bana koşan sen misin?"
(Mevlana)
 
Celaleddin'in her mistik şiirinde sihirli ve muhteşem sözler vardır. Aynı şekilde her şairin şiirinde de şairi şaşırtan sözler vardır. Mesela Hafız Şirazi'nin, Bedil Dehlavi'nin ya da Ali şir Newai'nin ve… Şiirlerinde aklın dikkatini çeken sözler vardır. Şairin kendisi yazmadan önce bilemez çünkü bu imkânsızdır.
Beyin bilim insanları bu büyük gizemin nedeni hakkında fikir verebilirler. Şairler yıllarca bilgi toplayıp saklarlar ve şiir yazarken bunu şairin dilinde veren beyindir. Edebiyat divanı kültürünün egemen olduğu bir toplumda, bu kültür insanları her türlü bilgiyi kabul etmeden önce düşünmeye teşvik eder. Yani insan her sözü, her bilgiyi hemen kabul edemez.
Yumurta akı gösterseler bile hemen beyaz demezler. Kuşkusuz edebiyat divanisinde her kelimenin ve cümlenin farklı anlamları vardır. Akıllara soruyorum, edebiyat kültürünün büyük şairlerinden biri olan Mevlana, bir şeyhin talebesi olup onun aklına teslim olabilir mi? Düşünme kültürü varsa akıl kafanın içindedir.
Mevlana'ya saygı duymuyorsanız bunu anladık lütfen aklınızla dalga geçmeyin.
 
İçmesen alay atma mest işine
Hile ile oyun satma dört beşine
Kıvançlıyım deme ki ben içki içmem 
Kader yazar takdiri her bir kişine
 
Edebiyat divanında sözler sadece bir olayı anlatmaya değil, aynı zamanda kalbi sevindirmeye, olayların sırlarını açığa çıkarmaya da hizmet eder. Öncelikle edebiyata hizmet eder. Her büyük milletin kendi milli edebiyatı vardır. Her milletin milli edebiyatı olmazsa her şey rezil olur. Yani edebiyat maddi ve manevi liderliği beraberinde getirir. Din bu görevi yapamaz. Sağlıklı bir din için güçlü bir milli edebiyat gereklidir.
 
Mevlana söz ustalığını seviyordu. Şüphesiz kendisi edebiyatın tutsağıydı. Şimdi tatlı ve güzel şiirler arasından Celaleddin'in düşüncesi, aklı ve ruhu olan bir "Aşk" şiirini ilgi çekici bir şiir olarak seçtim. Mevlana bu şiirinde aşktan bahseder ve Aşk diliyle insanlara mesaj verir. Diyor ki: "Ben Ay'ımın kölesiyim, sadece ayım hakkında konuşun"
Bu şiiri Türkçe olarak yazmadan önce Afgan müziğinden bu şiirin müziğini sizlere sunuyorum. İnsanların hayatları bu kültüre bağlı olduğundan Afganistan müziğinin büyük bir kısmı "Divan Edebiyatı Şiiri" ile şekillenmiştir. Toplumu şöyle hayal edin: " Nüfusun bir kısmı savaşların etkisiyle okumayı öğrenmekten mahrum kaldı". Okuryazarların bir kısmı edebi kültürün tutsağıdır. Divan Edebiyatı şiirlerinin bu insanlar üzerinde etkisi olması nedeniyle şiir ve edebiyattan bahsetmek hayatın bir parçası haline gelmiştir. Bu kültür o kadar güçlü ki din adamlarının konuşmalarında bile bu kültürü anlayabiliyoruz. Bazen bir şarkıyı icra ederken bir şarkının sözlerini değiştirebilen, müziğe aynı parti atmosferini veren okuma yazma bilmeyen müzik sanatçıları görüyoruz.
Bu adresten YouTube'da dinleyebilirsiniz.
" Ahmad Zahir Man gholami qamaram"
 
من غلام قمرم غیر قمر هیچ مگو
پیش من جز سخن شمع و شکر هیچ مگو
سخن رنج مگو جز سخن گنج مگو
ور از این بی‌خبری رنج مبر هیچ مگو
دوش دیوانه شدم عشق مرا دید و بگفت
آمدم نعره مزن جامه مدر هیچ مگو
گفتم ای عشق من از چیز دگر می‌ترسم
گفت آن چیز دگر نیست دگر هیچ مگو
من به گوش تو سخن‌های نهان خواهم گفت
سر بجنبان که بلی جز که به سر هیچ مگو
قمری جان‌صفتی در ره دل پیدا شد
در ره دل چه لطیف است سفر هیچ مگو
گفتم ای دل چه مه‌ست این دل اشارت می‌کرد
که نه اندازه توست این بگذر هیچ مگو
گفتم این روی فرشته‌ست عجب یا بشر است
گفت این غیر فرشته‌ست و بشر هیچ مگو
گفتم این چیست بگو زیر و زبر خواهم شد
گفت می‌باش چنین زیر و زبر هیچ مگو
ای نشسته تو در این خانه‌ی پر نقش و خیال
خیز از این خانه برو رخت ببر هیچ مگو
گفتم ای دل پدری کن نه که این وصف خداست
گفت این هست ولی جان پدر هیچ مگو
 
Bu güzel ve tatlı şiirin Türkçe çevirisi!
 
من غلام قمرم غیر قمر هیچ مگو
پیش من جز سخن شمع و شکر هیچ مگو
 
Ben Kamer'in kuluyum, Kamer'den başka bir şey söyleme
Bana şem ve şükran sözlerinden başka bir şey söyleme
(Mevlana)
 
(Not: "Kamer" Türkçe ’de "ay" anlamına gelir. Mevlana ben Ay’ımın kölesiyim diyor. Celaleddin'in mantığına göre "O’nun ay ışığı o’nun aşkıdır"  Benimle konuşursan sadece aşktan konuş anlamına gelir. Yani Mevlana'nın felsefesinde sorunları çözecek ilk güç "aşktır".  Bütün şiirlerini insan toplumu inşa etmek için yazan Mevlana'nın mantığına göre aşk mucizesi her sorunun düğümünü çözer. Lütfen Celaleddin'in sevgisini bir adrese bağlı görmeyin. Amacım Tanrı'dır.
Doğası gereği Celaleddin'in yaşam tarzı onu Allah'a adanmış biri haline getirmiştir, ancak Celaleddin'in derdi insanın hayatıdır. Lütfen Mevlana'yı şeyhin müridi yaparak edebiyata saygısızlık yapmayın. Lütfen Türkiye'nin dünyadaki itibarını zedelemeyin. Edebiyat Divanı'nın vitrininden Belhi Rumi'yi ziyaret edin. Kuşkusuz edebiyat her şeyden, hatta dinden bile daha önemlidir, çünkü güçlü edebiyat olmadan dinin gerçeğini anlamak mümkün değildir.)
 
سخن رنج مگو جز سخن گنج مگو
ور از این بی‌خبری رنج مبر هیچ مگو
 
Acıdan bahsetme ama hazineden bahset  (aşktan)
Ve eğer aşkı bilmiyorsan, zahmet etme, hiçbir şey söyleme
(Aşk)
 
دوش دیوانه شدم عشق مرا دید و بگفت
آمدم نعره مزن جامه مدر هیچ مگو
 
Hayat için deli olduğumda, aşk bana geldi ve dedi ki
Ben buradayım, bağırma, kıyafetlerini yırtma, hareketsiz kal, hiçbir şey söyleme çünkü herhangi bir sorunu çözmek için buradayım
(Mevlana)
 
گفتم ای عشق من از چیز دگر می‌ترسم
گفت آن چیز دگر نیست دگر هیچ مگو
 
Dedim ey aşk, başka bir şeyden korkuyorum
(Mevlana)
Başka bir şey yok, bana aşktan bahset, başka bir şey söyleme
(Aşk)
 
من به گوش تو سخن‌های نهان خواهم گفت
سر بجنبان که بلی جز که به سر هیچ مگو
 
Kulağına gizlice konuşacağım gizli kelimeler söyleyeceğim
Başını salla ve evet de, başka bir şey söyleme
(Aşk)
 
قمری جان‌صفتی در ره دل پیدا شد
در ره دل چه لطیف است سفر هیچ مگو
 
Ruh ve can gibi, aşk kalbin yolunda bulundu
Kalbin yolundaki aşk yolculuğu ne kadar hassastır, aşktan başka bir şey söyleme
(Mevlana)
 
گفتم ای دل چه مه‌ست این دل اشارت می‌کرد
که نه اندازه توست این بگذر هیچ مگو
 
Dedim gönül, nasıl bir yağmur bulutu! Bu arada yürek işaret ediyordu
(Mevlana)
Bu senin kadar değil, bundan geç hiçbir şey söyleme.
(yürek diyor)
 
گفتم این روی فرشته‌ست عجب یا بشر است
گفت این غیر فرشته‌ست و بشر هیچ مگو
 
Şaşırarak dedim ki bu bir meleğin yüzü mü, yoksa bir insan yüzü mü?
(Mevlana)
Melek olmayan biri olabilir mi, insan deme
(yürek)
Diyalogun amacı aşktır.
 
گفتم این چیست بگو زیر و زبر خواهم شد
گفت می‌باش چنین زیر و زبر هیچ مگو
 
Dedim ki bunun ne olduğunu söyle bana, eğer söylemezsen paçavraya dönerim
(Mevlana)
Mey gibi ol dedi, kötü bir şey söyleme
(yürek)
(İpucu: Mey gibi ol çünkü aşk seninle. Yani aşk bir insanla birlikteyse üzülmeye gerek yoktur, sorunların çözümü yalnızca sevgidir.)
 
ای نشسته تو در این خانهٔ پر نقش و خیال
خیز از این خانه برو رخت ببر هیچ مگو
 
Ey sen, zihninde hayaller kurarak oturuyorsun
Bu evden çık, yani fantezi dünyasından çık ve gerçek dünyaya gel ve aşktan başka bir şey söyleme
(Aşk)
 
گفتم ای دل پدری کن نه که این وصف خداست
گفت این هست ولی جان پدر هیچ مگو
 
Ey gönül, bana baba gibi ol. O halde bana yol göster çünkü bu ahlakı Allah belirler
(Mevlana)
Dedi ki, "Gerçek budur, ama ey can ve ruh, bu gerçekten başka bir yola gitme ve aşktan başka hiçbir şey söyleme
(yürek)
 
Bu Gazelde üç kişi arasında geçen bir diyalog vardır. "Mevlana, Aşk ve kalp" Şimdi her cümlede bu üç kişiden birinin konuştuğunu hayal edin. Sonede "kelimeler" düzenlemek kolay mı?
Kelimeleri düzenleyerek en iyi müziği yapmak kolay mı?
Kabul edin, Divan edebiyatı dünyanın en zor edebiyatıdır ve bu edebiyatın zorluğundan en tatlı musiki yaratılmıştır. Bu sanat, Türkistan'da Türklerin çadırlarında doğmuş, Horasan'da olgunlaşarak İran, Hindistan ve Ortadoğu'yu ele geçirmiştir. Türkiye'deki Türklerin bu mucizeden habersiz olması, bu insanların Türk olması açısından ayıp değil mi?
Biraz düşünün!
 
Erişse ömür sona, ya tatlı ya ki tatsız
Doluyor gönül nadimden, oluyor insan bahtsız
İçelim çaresiz bizler, bizlerden öncede varmış
Bu dünya sınamaymış, sultan olsa da tahtsız
 
Celaleddin'in bir başka şiiri olan bu başka güzel şiir insanları fetheder ve onları hayal dünyasına götürür. Bu şiirde Mevlana çok sarhoştur. Çok sarhoş olduğu için bilinçsizce "kalbiyle" konuşuyor. O kendi "yüreğine" diyor ki: Ben sarhoşum, sen benden sarhoşsun ve hatta delisin, bu durumda bizi eve kim götürecek?
Sonede Mevlana başka bir sarhoştan bahseder. Çünkü tüm şehrin halkı sarhoş ve delidir. Şiirde Celaleddin'in bir mest ile konuşması gerçekleştiğinde, konuşmanın içeriğini kendi "kalbine" anlatır. Şehir halkının gerçeği göremediği ve herkesin eylemlerinden sarhoş olduğu anlamına gelir. Bu olaydan Hz. Mevlana insanlara bir mesaj gönderir. Gazelin sonunda Allah'a döner ve şöyle der: İnsanları böyle görmüyor musun? Neden uzaktasın eğer her eylemin iradesi elinde ise o zaman bunları bu duruma atmışsın. İrade insanın elindeyse bu insanlara ne demeliyim?
Güçlü bir edebi sanat ve noktalama işaretleriyle anlatılan sonenin güzelliği ve çekiciliği insanları kendine hayran bırakıyor. Sonenin son beytinde Tanrı'nın ismi geçmektedir. Bu sonede Allah'ın adı "Şems Hak Tebriz’idir. Yani, Tanrı'nın ışığının dalgalarıdır.
Bu sonenin müziklerini YouTubete bu adresten dinleyebilirsiniz.
(Ahmad Zahir احمد ظاهر - Man Mast Tu Deewaana)
 
من مست و تو دیوانه ما را که بَرَد خانه؟
من چند تو را گفتم کم خور دو سه پیمانه؟
در شهر یکی کس را هشیار نمی‌بینم
هریک بَتَر از دیگر شوریده و دیوانه
جانا به خرابات آ تا لذّتِ جان بینی
جان را چه خوشی باشد بی‌صحبتِ جانانه؟
هر گوشه یکی مستی دستی ز بَرِ دستی
وان ساقیِ هر هستی با ساغرِ شاهانه
تو وقفِ خراباتی دَخلت مِی و خَرجت مِی
زین وقف به هُشیاران مَسپار یکی دانه
ای لولیِ بَربَط‌زن تو مست‌تری یا من؟
ای پیشِ چو تو مستی افسونِ من افسانه
از خانه برون رفتم مستیم به پیش آمد
در هر نظرش مُضمَر صد گلشن و کاشانه
چون کشتیِ بی‌لنگر کَژ می‌شد و مَژ می‌شد
وز حَسرتِ او مُرده صد عاقل و فرزانه
گفتم: ز کجایی تو؟ تَسخر زد و گفت: ای جان
نیمیم ز تُرکستان نیمیم ز فَرغانه
نیمیم ز آب و گِل نیمیم ز جان و دل
نیمیم لبِ دریا نیمی همه دُردانه
گفتم که: رفیقی کن با من که منم خویشت
گفتا که: بِنَشْناسَم منْ خویشْ ز بیگانه
من بی‌دل و دستارم در خانهٔ خَمّارم
یک سینه سخن دارم هین شرح دهم یا نِه؟
در حلقهٔ لنگانی می‌باید لنگیدن
این پند ننوشیدی از خواجه عُلَیّانه
سرمستِ چنان خوبیْ کِی کم بُوَد از چوبی؟
برخاست فَغان آخر از اُستُن حَنّانه
شمس‌ُالحقِ تبریزیْ از خلق چه پرهیزی؟
اکنون که درافکندی صد فتنهٔ فَتّانه
 
Bu güzel ve tatlı şiirin Türkçe çevirisi!
 
من مست و تو دیوانه ما را که بَرَد خانه؟
من چند تو را گفتم کم خور دو سه پیمانه؟
 
Mevlana gönlüne yani, kendisine der ki: Ben sarhoşum, sen delisin, bu durumda bizi eve kim götürecek?
Sana defalarca söyledim, (ey kalp), şarap içtiğinde iki ya da üç bardak daha az iç
 
در شهر یکی کس را هشیار نمی‌بینم
هریک بَتَر از دیگر شوریده و دیوانه
 
Şehirde ayık kimseyi görmüyorum
Her biri diğerinden daha öfkeli ve çılgın ve deli divane
 
(Mevlana yüreğine der ki: Herkesin deli ve öfkeli olduğu bu şehirde, eğer ben sarhoşsam, sen de deliysen, o zaman bizi kim doğru yola iletecek? Yani herkesin aklı başında olması gerektiği mesajını veriyor.)
 
جانا به خرابات آ تا لذّتِ جان بینی
جان را چه خوشی باشد بی‌صحبتِ جانانه؟
 
Mevlâna gönlüne şöyle der: Gel harabata ruhum, (Yani, fakir bölgelere gel) bu hayatın neşesini gör. Eğer sevgili yoksa ve onunla sohbet edilmezse, insana hangi mutluluk gelir?   
Mevlana'ya göre Allah'ın gözü fakir insanların üzerindedir. O'nun mantığına göre harabelerde az sayıda münafık vardır. Sevgili de oradadır. Yani Mevlana pek çok sonesinde şehrin saygın insanlarının vicdanına karşı toplumun alt sınıfının durumunu tasvir eder. Sevgili, Yani Allah, şehrin fakir bölgelerindeki her saygın kişinin performansını görmekte ve hesap günü onlardan hesap soracaktır.
 
هر گوشه یکی مستی دستی ز بَرِ دستی
وان ساقیِ هر هستی با ساغرِ شاهانه
 
(Harabatta) Her köşede mutluluk var, herkes birbirine yardım ediyor.
Sevgilinin elinde, kraliyet şarap kadehi ile her olasılık var Yani bütün imkânların sahibi olan Sevgilinin gözü harabelerdedir.
 
تو وقفِ خراباتی دَخلت مِی و خَرجت مِی
زین وقف به هُشیاران مَسپار یکی دانه
 
Mevlâna gönlüne diyor ki, yani kendi kendine diyor ki: Sen harabelerin farkındasın, senin gelirin ve tüketimin sadece meydir.
Bu ilmin zerresini akıllı insanlara bırakma.
 
(Not: Bu beyitteki mey, Mevlana'nın sarhoşluğunun bir alegorisidir. Mevlana, toplumun sancılarıyla sarhoştur. Yani özverilidir).
 
ای لولیِ بَربَط‌زن تو مست‌تری یا من؟
ای پیشِ چو تو مستی افسونِ من افسانه
 
Ey sarhoş tamburcu, sen mi daha çok sarhoş yoksa ben mi?
(Mevlana kalbinden sorar.)
Ey (kalp) sen, bir mest gibisin, kurnaz bir adamsın, ama sarhoşlukta ben bir efsaneyim.
 
از خانه برون رفتم مستیم به پیش آمد
در هر نظرش مُضمَر صد گلشن و کاشانه
 
 
Bu beyitte Mevlana başka bir sarhoştan bahseder. Kendi kendine şöyle diyor: Evden çıktığımda karşıma sarhoş bir adam çıktı
Ona her baktığımda, yüzünde bir sır görüyordum, sanki evinde yüz sapan varmış gibi
 
چون کشتیِ بی‌لنگر کَژ می‌شد و مَژ می‌شد
وز حَسرتِ او مُرده صد عاقل و فرزانه
 
Eski bir geminin batması gibi, bazen o yöne gitti, bazen bu yöne
Sarhoştu. Yarı diri, yarı ölüydü ama yüz akil bu hali istiyordu
 
گفتم: ز کجایی تو؟ تَسخر زد و گفت: ای جان
نیمیم ز تُرکستان نیمیم ز فَرغانه
 
Dedim ki: Nerelisin? Alay etti ve şöyle dedi: ey can Varlığımın yarısı Türkistan'dan, diğer yarısı Fergana'dan
 
نیمیم ز آب و گِل نیمیم ز جان و دل
نیمیم لبِ دریا نیمی همه دُردانه
 
Varlığımın yarısı su ve çamurdan, diğer yarısı ise kalp ve ruhtan
Varlığımın yarısı denizin kenarından, diğer yarısı da incilerden
 
 Edebiyat Divanı şairleri çok incelikli şairlerdir. Mevlana bu beyitte insanın hakikatini bir Sarhoşun ağzından dile getirmiştir. İnsanın yarısı melek ahlakından, diğer yarısı da şeytan ahlakından yaratılmamış mı?
Bidel, Hafız, Attar, Nevai ve Edebiyat Divanı'nın diğer şairlerinin her şiirinde incelikli sözler vardır Akıldan, akıl çizer. Mevlana, kendine has müzik üslubuyla şiirdeki sözleri o kadar güzel ve tatlı hale getirmiştir ki, insanı sarhoş eder. Bu güzel ve tatlı sözler ve bu ince vizyon, edebiyat sarayı kültürünün hakim olduğu ülkelerde büyük bir manevi güç oluşturmuştur. Bu güç, toplumun liderliğini elinde tutmaktadır.)
 
گفتم که: رفیقی کن با من که منم خویشت
گفتا که: بِنَشْناسَم منْ خویشْ ز بیگانه
 
Mevlana, Sarhoşa şöyle demiş: "Bana dost ol, çünkü ben de senin gibi bir insanım, yani senin akrabalarından biriyim"
Sarhoş: Kendimi tanıyamıyorum, akrabalarımı nasıl tanıyabilirim?
 
(Not: Hayatta hayatın sorunlarından dolayı kendini tanıyamayan insanlar vardır ama bazen ağızlarından sözler çıkar, her biri birer özdür. Celaleddin'in mantığına göre şehrin saygın halkı birçok sorunun farkında olmamakta, düşünce ve aklın yerine şan ve şöhreti kutsal saymaktadır. Mevlana, sarhoşun ağzından güzel sözler söyler. O Sarhoş kendini bile tanıyamıyor.)
 
من بی‌دل و دستارم در خانهٔ خَمّارم
یک سینه سخن دارم هین شرح دهم یا نِه؟
 
Sarhoş: Aşığım ve kimsesizim, sadece sarhoşum
Göğsümde acılı kelimeler var, söylemeli miyim, söylememeli miyim?
 
در حلقهٔ لنگانی می‌باید لنگیدن
این پند ننوشیدی از خواجه عُلَیّانه
 
Sarhoş: Eğer topallama çemberinde isek, topallamak zorunda kalacağız
Kaynayan deneyimli adamdan bu tavsiyeyi içmedin mi?
 
سرمستِ چنان خوبیْ کِی کم بُوَد از چوبی؟
برخاست فَغان آخر از اُستُن حَنّانه
 
Sarhoş: sarhoş olmak iyi bir şey, sarhoşken uzun mesafeler katedilecek
Sonunda figan, Merhametli sütunundan kalktı
Yani bu kadar çok yanlış iş, Allah'ın sesinin yükselmesine neden oldu.
 
Sevgili dostlar, bu şiir Mevlana'nın mistik sonelerinden biriydi. Şiirde Mevlana Allah ile konuşmamaktadır. Şiirde Allah'ın ismi geçmediğinden, şiirin son beytinde "Şems Tebrizi" "Şems'ül-Hak Tebrizi" şeklinde yazılmıştır. Çünkü Mevlana'nın her şiirinde "Şems Tebrizi", "Şems el-Hak Tebrizi" veya "Şemseddin Tebrizi" anlamına gelir. Ya "Allah'ın dalga şeklinde düşen nuru", ya da "İslam dininin dalga şeklinde düşen nuru" anlamına gelir.
 
شمس‌ُالحقِ تبریزیْ از خلق چه پرهیزی؟
اکنون که درافکندی صد فتنهٔ فَتّانه
 
Şems-ül Hak Tebrizi, (Ey Tanrı'nın ışığı, başımıza dalga dalga düşen sen) neden insanlardan uzak duruyorsun?
Bizi yüzlerce isyan, fitne ve fesat cazibe aşk oyununa atan sen, neden?
 
Sevgili dostlar! Mevlana Horasanlıydı. Anadolu'ya Horasan'ın edebiyat kültürüyle geldi. O dönemde kültür ve medeniyet Horasan ülkelerinde olduğu gibi edebiyat ve bilim de Horasan ülkelerinde vardı.
            ــ Anadolu'da hiçbir şey yoktu.
ــ Avrupa'da hiçbir şey yoktu.
Örneğin Avrupalılar 15. yüzyıldan sonra "kimyanın, fiziğin, Cebir’in ve tıbbın" ne olduğunu anladılar. Ebu Reyhan Birûnî Horasaninin ölümünün üzerinden 900 yıl geçti, 900 yıl sonra Avrupa hayatta evrimin ne olduğunu anladı. Edebiyat konusunda çok zayıfıydılar. Bu yoksulluk bir "Rönesans" yarattı. İnsanlık tarihinde Rönesans, bir toplumun o topluma medeniyet getirmek istemesinin baskısından kaynaklanmaktadır. Medeniyet varsa " Rönesans" neden gelsin? Örneğin: "Dari" dilini Edebiyat Divanı'nın merkezine koyan Türkler, Türk dillerinde bir Rönesans’a neden olmuşlardır. Bu zorunluluk Emir Ali Şir Navai'nin Türkçede "Rönesans’ı yaratmasına neden olmuştur. Dari dili Farsça gramer yapısına sahip olduğundan “Farsça-Dari” dili olarak anılmaktadır. Bu dil eski Farsçadan farklıdır. Örneğin: Bu dil, Sasani döneminin Zerdüşt yazıtlarından farklıdır. Farsça konuşanların hiçbiri Avesta kitabını okuyup anlamını çıkaramaz. Örneğin:  Avesta'nın tarihî antikalığı ile Orhun'un yazılarının tarihî antikalığı birbirine yakındır, her Türk Orhun'un yazılarını biraz hassasiyetle okuyabilir ve onlara anlam verebilir ancak Perslerin Avesta ‘ya karşı böyle bir şansı yoktur. Dari dili Türklerin öncülüğünde olgunlaştığından bu dile ait kelimelerin yüzde yetmiş beşinin eski Türkçeden ve diğer dillerden aktarıldığı söylenebilir. Örneğin: "Dari" kelimesi "Der bar" kelimesinden türetilmiştir. Derbar "Türklerin Sarayı" anlamına gelir. Bu kelime Farsça "der" ve Türkçe "bar" kelimelerinden türemiştir. Türkçe'de "bar" var olan şey anlamına gelir. Bu kelimenin Türkçe okunuşu Türkiye'de "vardır".  Edebiyat divanında ilk edebiyat tarzı "Horasan üslubu" olmuştur. Cehaletten dolayı edebiyat divanı kültürünü Farslarla veya Araplarla ilgili diye propaganda edenler, edebiyatın bu tarihi gerçeği, biraz mantıkları varsa, onurlarına ve vicdanlarına yumruk atmıştır. Şüphesiz bu kültür, Türklerin çadırlarında bulunup Horasan'da olgunlaşmış ve ilk "şiir üslubunu" Horasan'da herkese miras olarak bırakmıştır. Bu tarihi gerçeği kimse inkâr edemez. Eğer biz Türkler Dari dilinde hizmet etmeseydik bugün Fars dili olmazdı. Bu iddianın mantığını biliyor musunuz?
 
Persler MÖ 550 yılında Basra Körfezi'nden tarih sahnesine çıktılar. M.Ö. 330 yılında Büyük İskender tarafından tarih sahnesinden silindiler. İskender'in ölümünden sonra ve Yunan döneminden sonra İran'da iki hanedan hüküm sürdü. Sasaniler Arapların işgaline kadar İran coğrafyasına hâkim olan ikinci hanedandır. Bu iki aileden ilki Fars ırkından değildi. Sasani ailesi konusunda İranlı tarihçilerin kendi aralarında da görüş ayrılığı vardır; bir kısmı onların Fars kökenli olduğunu düşünürken bir kısmı da bu iddiayı reddeder. Ancak her iki aile de İranlıydı. İranlı, Fars olmak anlamına gelmez çünkü İran kelimesi herhangi bir ırkı temsil etmez. İran kelimesi İran coğrafyasında yaşayanları ifade etmektedir. Her ırkın bir babası olduğu için bir adı vardır. Afgan ismini tek bir ırka, İran ismini ise Perslere sayanlar en gülünç cahillerdir.
 
Türk hükümdarı Gazneli Sultan Mahmud, Edebiyat Divanı’nın şairlerine Türklerin tarihini ve Perslerin tarihini yazmalarını emretti.  "Şehname" Mahmud Gaznevi'nin emriyle yazılmıştır.
Gazneli Sultan Mahmud Şehnamenin yazılmasını emretmeseydi İran diye bir ülke olmazdı. Eğer Horasan Türkleri saray dili olarak Dari'yi seçmemiş olsalardı, Fars adından da bir dil kalmayacaktı. Firdevsi Şehname adlı kitabıyla Persler ve Türkler için tarih yazmıştı ancak bu tarihin içeriği gerçeklikten uzaktı. Sultan Mahmud sinirlendi ama Şehname'yi ateşe atmadı. Firdevsi Horasanlıydı ve Gazne şehri Sultan Mahmud Horasaninin başkentiydi. Bu şehir Afganistan'ın güneyinde yer almaktadır.
Firdevsi bu kitabı yazdı. Firdevsi, Horasan'ın Perslerinden biriydi. Şehname‘de Pers coğrafyası için "İran", Türk coğrafyası için ise "Turan" adını kullanmıştır. Her iki isim de Firdevsi'nin zihnine kazınmıştı. Her iki isim de tarihte geçerli değildi çünkü bu iki isim tarihte yoktu. İran kelimesini Türkçe ve Farsçadan almıştır. Türkçe'de "toprak" anlamına gelen "yer" kelimesini kullanmıştır. "lar" anlamına gelen "An" kelimesi Fars dilinden alınmıştır. Aynı şekilde tur kelimesi de Türkçeden ve "An" kelimesi Fars dilinden alınmıştır. Farsça Dari telaffuzunda "İran" kelimesi "yeran"dır. "İran" topraklar anlamına gelir. Şehname'de İran kelimesi Perslerin idaresi altında olan bir toprak anlamına gelir, Turan kelimesi ise Türklerin yaşadığı yerin coğrafyası anlamına gelmektedir. Persler için Şehname kitabı bu milletin tarihine dair en güvenilir kaynaktır. Perslerin bu döneminin tarihçileri, Perslerin her tarihinde bu kitaptan alıntılar yaparlar. Türk tarihçileri bunları kullanır. Yani Perslerin yazılarını kopyalıyorlar. Bu Türkler Şehname'nin ne olduğundan habersizdirler. Bu bir hatadır çünkü Şehname kitabının edebiyatta bir değeri vardır ancak içindeki tarihi bilgiler yanlıştır. Bu kitabın içeriği ve yeni Zerdüşt dininin içeriği hakkında bilgi vereceğim üçüncü kitabımda eski Türklerin tarihini yeni bir bakış açısıyla yazacağım. Perslerin Şehname'de Türklere karşı yaptıkları savaş ve mücadelelerin yüzde doksanı Afganistan şehirlerinde gerçekleşmiştir. Bu nedenle bu sefer Horasan coğrafyasının dünya siyasetindeki önemini Firdevsi'nin Şehname'sinden yazıyorum. Bu kitap bin yıl önce Afganistan'da yazıldı.
Firdevsi, kafasında hem isimler hem de anlamları oluşturmuş ve herkese her birini en iyi sanatla satmıştır. Bu eserler Edebiyat Divanı'nın "mucizeleridir". Persler, İran kelimesiyle ilgili tarihi bir belge bulmaya çalıştılar ancak bulmanın imkânsızlığı nedeniyle başarılı olamadılar. Ahameniş veya Sasani döneminden biri bu zamanda dirilirse, İran kelimesinin onun için hiçbir anlamı yoktur. Kaldı ki Türklerimizin tarihinde Turan kelimesi ile ilgili tarihi bir belge de bulunmamaktadır.
Firdevs’inin Şehnamesinden sonra İran kelimesi dile girmiştir. İran kelimesi İran coğrafyasında Türkler tarafından kullanılmıştır. Dünyada modern hükümetler döneminde Kaçar Türkleri kendi hükümetlerine "İran" adını vermişlerdi. Zira İran kelimesi coğrafyanın adıydı. Hiçbir zaman Perslere dair bir alegorisi olmadı. Eski çağlardan beri Türkler İran coğrafyasının hâkimiydi. Demek ki bu coğrafyada yaşayan herkes İranlıydı. İran'da birisi İran kelimesine ırksal içerik verirse mahkemede verilecektir çünkü bu isim İran halkının birliği için kullanılıyor.
Eğer Sasanilar Pers olmasa şunu anlayalım ki, İran'ın 2500 yıllık tarihinde Persler iki kez siyasi güce ulaşmıştı. Birincisi Ahameniş İmparatorluğu(220yıl) ikincisi ise Pehlevi Hanedanlığıydı (49yıl) Pehlevi hanedanı, 2300 yıl sonra İran'da iktidara gelen tek Pers hanedanıydı. Sasaniler Pers ise, 1300 yıl sonra siyasi iktidara geldiler. Şimdi soru burada; 2300 yıldır siyasetten uzak kalan bir milletin ana dili ayakta kalabilir mi?
İnsanlık tarihinde örneği var mı? Kalamaz çünkü hayatta kalması mantıksal olarak imkânsız. Biz Horasan Türklerinin Fars dilini Dari dili isminden koruduğumuz bir tarih gerçeğidir. Farslar ve Türk profesörler tarihin bu gerçeğini biliyorlar mı?
İran tarihinden öğrendiğimiz bir başka gerçek de şudur: Sasani döneminde İran'da üç hâkim dil vardı. Sasani Farsçası da onlardan biriydi. Bu dil bize Avesta kitabı ile ulaştı. İslamiyet'ten sonra Dari dili edebiyat dili, Türkçe ise devletin ve Askeri'nin dili oldu. Batılı ülkelerin işbirliğiyle İran'da otorite haline gelen Pehlevi hanedanı, İran'da yeni Fars dilini yaygınlaştırmış ve İran'ı tek dilli hale getirmiştir. Bu ahlak, Perslerin bir kez daha iktidardan dışlanmasının ve İran'ın İranlıların eline geçmesinin nedenlerinden biriydi, ancak tek dilliliğin yayılması devam etti.  
 
Horasan Türkleri Hindistan'da Urdu dilini yarattılar. Urdu dilinin adı Türkçe bir kelimedir. Bu dilin gelişmesi için Türkler yüzlerce yıl hizmet etmişlerdir. Horasanlı ünlü Türk şair ve müzisyen EMÎR HÜSREV-i DİHLEVÎ BELHI, Hint müziğine ve Urdu diline büyük hizmetlerde bulundu. Hint müziği için bir felsefe yarattı. Hint müziği de bu felsefeyle yaşamını sürdürüyor. Bu felsefe "Sa Re Ga Ma Pa Dha Ni"dir.
 
Hint Müziğinde Sa Re Ga Ma Pa Dha Ni Nedir?
Sa, sağlam kararlılık. Re rabbim güzel ahlakla hareket etmektir. Ga, karar vermek, okumak ve daha fazlasını öğrenmek. Ma, gurur ve kibirden kurtulmak. Pa, maneviyatta saf olmak. Dha, manevi değeri bilmek. Ve Ni, eğilmek, alçakgönüllü olmak.
Bu şair, Hint müziğine Horasan çalgısı Tabla'yı popüler hale getirmiştir. Hint müziği tabla etrafında şekilleniyor.
Günümüz Afganistan'ında ataların mirası Horasan halkı tarafından yakından incelenmektedir. Hint müziğindeki bu yüz yılda, Kabil'den bir başka usta, EMÎR HÜSREV-i DİHLEVÎ'nin mirasını yaşattı. Hindistan’a gelen bu öğretmen Hindistan'ın " Müziğin tacı" unvanını aldı. Bu Profesör Hindistan'dan on altı, Pakistan'dan iki altın madalya kazandı. Hindistan, Pakistan ve Afganistan'da yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Bu öğretmenin bir hatırası: Afganistan'a gelen öğretmen, öğretmenin kız öğrencileri, öğretmen uçaktan inince saçlarını öğretmenin ayakları altında yerleştirmeye karar verirler. Öğretmen bu kararı öğrendiğinde bunu yapmamaları için mesaj gönderir. Öğretmen yanına Kuzey Afganistan bölgesine özgü çiçekler alıp Hindistan'a gidiyor ve uçaktan inince öğrencilerinin başlarına serpiyor ve şöyle diyor: Ben bu çiçekleri EMÎR HÜSREV ‘nün memleketinden getirdim. Emeklerinizle Hindistan'ın ünlü sanatçıları olursanız, beni ve emır hüsrev'yu mutlu edeceksiniz.
Bu öğretmenin adı " Mohammad Hussain Sarahang ".
 
Rıza Han ırkçılık politikasını başlattı ve İran'da popüler olan Dari dili yerine yeni Farsça dilini benimsedi. Ancak Dari dili edebiyatta devam etti. Şüphesiz yeni edebiyatın yaratılması yüzyıllar alır. Yani, yok etmek kolaydır, ancak yeniden inşa etmek yüzlerce yıl alır. Bunun canlı bir örneği Türkiye'dir. Türkiye'de cumhuriyetten sonra ata edebiyatı yok edildi ve şimdi kimse edebiyatın değerini bilmiyor Zira Türkiye'nin kendine ait bir edebiyatı yok.
Literatür olmadığı için düşünme mantığı ve araştırma mantığı ortadan kalkmış, mantığın ve araştırmanın yerini duygusal kelimeler almıştır. Mantık olsaydı, Mevlana bir şeyhin öğrencisi olarak tanıtılır mıydı? Ya Yunus emre?
Perslerin birleşmesi için "Pehlevi" lakabını seçti. Bu takma adın Perslerle tarihi bir bağlantısı vardı. Hükümetin temellerinin Türklerin idari kültürüyle oluşturulduğu İran'da, Farsların otoritesi İran'ın temeli olarak kabul edilmedi ve rejim değişti. Bugün bu rejimin merkezinde Türkler başrol oynamaktadır. Dini Lider Ali Hamenei de dâhil olmak üzere siyasi, askeri ve ekonomik liderlerin çoğu Türk'tür.
Edebiyat Divanı Türklerin elinde olmasaydı Hindistan'dan Avrupa'nın kalbine kadar fethedemezdik. Eğer Kur'an-ı Kerim edebiyatı Arapların elinde olmasaydı Araplar tarih sahnesine çıkamazlardı. Eğer Karl Marx'ın edebiyatı komünistlerin elinde olmasaydı dünyanın yarısının fikrini değiştiremezlerdi. Eğer Batı Avrupa Rönesans edebiyatına sahip olmasaydı yeni bir medeniyet yaratamazdı.
Fars coğrafyası Türk ve Arap coğrafyasının ortasında yer alıyordu ve eski dönemlerdeki yaşam tarzları bir şaire pek uygun değildi. Bu mantık tam tersi olsaydı, şairlerin eserleri Sasaniler zamanından beri miras kalırdı. Ya da Perslerden ve Araplardan, "şiirsel üsluplar Horasan'a ulaşırdı, ama ulaşmadılar çünkü her şey Türklerin çadırlarından başladı." Unutmayalım ki tarih boyunca iklim ve coğrafya insanları şekillendirmiştir.
 
Biz Türkler Edebiyat Divanını Perslerin dostluğuyla geliştirdik. Perslerle ve diğer ırklarla büyük bir tarih yazdık. Yani bizim kültürümüzde Horasan halkında her şey birlikte yapılır, bu da tarihte ortak bir ruha sahip olmamızın sebebidir. Yani biz Türklerin öncülüğünde, Persler ve diğer etnik grupların işbirliğiyle bu şanlı tarihe ulaştık. Çünkü liderlik yaratıcılığımız vardı, zira biz Türkler “laik” bir yaşam tarzına sahiptik.
Türk yaşam tarzımızda ırkçılığın yeri yoktur ve asla kabul etmeyeceğiz. Biz Horasan Türklerinin Horasan, Hindistan ve İran ülkelerindeki hiçbir ırkla düşmanlığımız yoktur ve düşmanlığı da kabul etmeyiz. Her şeyi bir arada yaşadık, öncülük ettik, inşallah bu kültür kalacak.
Mevlana, Horasan üslubunun tecrübesiyle "Irak üslubunda" şiir yazmıştır. Şimdi soru şu: Horasan tarihini ve Horasan örf ve adetlerini araştırmayan biri Celâleddin Horasan'ın kim olduğunu bilebilir mi? Sema ibadetinin felsefesini anlayabilir mi?
Asla!
Bir kimse Mevlana'nın sonelerinin içeriğinden habersizse ve Horasan geleneklerini bilmeyen biri ise, Şems-i Tebrizi'yi bir şeyh olarak düşünecektir.
 
Türkiye açısından Şems Tebrizi kimdi?
(Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)
"582 (1186) yılı civarında Tebriz’de doğdu. Adı Muhammed’dir (Eflâkî, II, 189). Daha çok Şemseddin, Şemsü’l-hak ve’d-dîn, Şems, Şems-i Tebrîzî lakaplarıyla anılır. Babası Ali b. Melikdâd (Melik Dâvûd), ticaret maksadıyla Horasan’ın Bezer vilâyetinden Tebriz’e gelip yerleşen bir kumaş tüccarıdır (Devletşah, II, 251). Devletşah, Şems’in İsmâilî dâîsi ve Hasan Sabbâh’ın halefi olan Kiyâ Büzürgümmîd’in neslinden Alamut valiliği yapmış Hâvend Celâleddin Nevmüselmân adlı bir zatın oğlu olduğuna dair bir rivayeti aktarır. Bu rivayete göre daha sonra Sünnîliği benimseyen Hâvend Celâleddin oğlunu ilim tahsili için gizlice Tebriz’e göndermiş, çok güzel bir çocuk olduğu için kötü kişilerin nazarından korumak amacıyla kadınlar arasında bulundurulan Şems bu sırada altın işlemeciliğini öğrenmiş ve Tebriz’de “zerdûz” lakabıyla meşhur olmuştur (a.g.e., a.y.). Bu rivayet Mevlevî kaynaklarında yer almadığı ve Cüveynî’nin Târîḫ-i Cihângüşâ’dan naklen Celâleddin Nevmüselmân’ın Alâeddin Ahmed’den başka oğlunun olmadığı gerekçe gösterilerek reddedilmiştir (Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, s. 49; Bedîüzzaman Fürûzanfer, s. 162-163). "
 
Not: Bu rivayetlerin tamamının tarihi bir değeri yoktur. Türkiye'de bilgisizlik komik bir şey haline gelmiş. Sanki herkes cehalet masasında oturuyor.
Türkiye’de, Şems Tebrizi'nin adını Muhammed olarak tanıtıyorlar ve ona Horasan şeyhi diyorlar. Şimdi soru şu: Üç Horasanlıdan birinin adı "Muhammed" ile başlıyor. Bir millette bir isim bu kadar çok olabilir mi? Türkiye’de, Şems Tebrizi isminin mantığını bilmiyorlar, gülelim mi, ağlayalım mı? Bir kez daha söylüyorum ki "Muhammed" Horasanlıların değil, Peygamberin adıdır. Gerçek isimden önce kullanılır. Bu kültür, Hz. Peygamber'e saygı demektir!
Türkiye'nin bildiği Şems Tebrizi bir yanlış anlaşılmadan kaynaklanmaktadır. Mevlana'nın hayatının gerçeğinde Şems Tebrizi yoktu ve yoktur. Şair olabilmek için yüzlerce Şems Tebrizi ve yüzlerce ilim kaynağı gerekir.  Şair olmak için uzun yıllar süren sıkı çalışmayı ve deneyimi gerektirir.
Mevlana on beş yaşından itibaren şiire ve edebiyata düşkün olsa da kırk yaşından sonra şairlik mertebesine ulaşmıştı.
"Türk Dili ve Edebiyatı" sitesinde yer alan bir başka notta ise Mevlana ile Şems'in, Mevlana'nın "37" yaşında tanıştıkları.
Evet!
Bana göre o yıllarda Mevlana, Şems Tebrizi sanatını halk arasında tanıtmıştır.  Ama bu bir şiir sanatıdır, şeyh değil!
Bu tez için hangi nedenim var?
Sevgili dostlar, Türkiye'de herkes Mevlâna hakkında bilgi vermiştir ama bunların arasında "şiir" bilgisine sahip, Edebiyat Divanı bilgisine sahip, Horasan tarihi hakkında bilgi bilgisine sahip ve dil bilgisine sahibi olan bir şair yoktur. Yani diyelim ki tıp biliminde herkes açıklama yapıyor ama tıp doktoru görülmüyor, mantıksız olmaz mı?
Celaleddin'in düşünce ve bilgi tarzı, Divan edebiyatı kültürünün öğrencisi olması nedeniyle babasının yaşam tarzından farklıydı. O'nun etrafındaki insanlar babasının arkadaşları ve öğrencileriydi. Celaleddin'in babasının büyük bir Prestiji vardı. Bu krediyi Belh'ten Horasan'dan getirdi. O'nun babasının itibarı, O'nun çevresini insanlarla doldurmuştu. Horasan kültüründe bilim adamlarının büyük bir Prestiji vardı. Bu, şeyhliğin Horasan'da yaygın olduğu anlamına gelmez. Çünkü Horasan kültüründe şeyhliğe ve kabileciliğe yer yoktu. Celaleddin'in babası Ortadoğu'ya geldiğinde yeni bir yaşam biçimiyle karşı karşıya kaldılar. Bu Şeyh kültürünün yaşam tarzıydı. Şeyhlik kültürü divan edebiyat kültürüne ve Horasan Türklerinin laik yaşam tarzına aykırıydı. Bu iki yaşam tarzı zıt kutuplardı. Celaleddin'in babası uzlaştı ama uzlaşı Mevlana için zordu. Mevlana'nın şairliği olgunluğa ulaştığında iki yaşam tarzından birini seçmek zorunda kaldı. Bu zor bir seçimdi. Fakat bunu Şems Tebriz’inin sanatını kafasında canlandırdığı için yapmadı "Şems Tebrizi Sanatını başlatmak zorunda kaldı. Bundan sonra herkes Şems-i Tebrizi ile meşgul olmuş ve Mevlana şiirsel görevine devam etmiş.
 
(Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)
"Maḳālât-ı Şems-i Tebrîzî’de ve ondan naklen Menâḳıbü’l-ʿârifîn’de Şems’in çocukluk ve gençlik yıllarında gizemli bir hayat sürdüğü, yüksek mânevî kabiliyetlere sahip olduğu, çokça riyâzette bulunduğu, semâ yaptığı, çeşitli müşahedelere mazhar kılındığı, medrese eğitiminden uzak durduğu zikredilir."
 
Not: (Türkiye Diyanet Vakfı) Şems Tebriz’inin hayatından alıntılarınızın mantıksal bir değeri var mı?
Eğer Türkiye'de edebiyat kültürü canlı olsaydı, en azından bir şair ya da yazar bu akıldışılığı herkese sorardı. Bu bilgilerin içeriği insanlık hayatında mantıktan uzak, İslam dininde ise mantıktan uzak apaçık bir uydurmadır. İnsan hayatında tecrübe ve eğitimden uzak ilim elde eden var mıdır?
İslam bu mantıksızlığı kabul ediyor mu?
Şems Tebrizi ile ilgili var olan tüm bilgiler, Şems Tebriz’inin varlığını reddetmektedir çünkü bu bilgilerin hepsi her açıdan mantıktan uzaktır ancak Türkiye'de düşünce kültürü zayıf olduğu için kimse bu konuya dikkat etmemektedir.
 
(Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)
"Şems ile Mevlânâ’nın karşılaşması esnasında aralarında geçen konuşmanın mahiyetine dair farklı rivayetler vardır. Eflâkî ve Sipehsâlâr’ın rivayeti Maḳālât’takine yakındır. Buna göre Şems-i Tebrîzî Konya’ya geldiğinde Eflâkî’ye göre Şekerciler Hanı’na, Sipehsâlâr’a göre Pirinççiler Han’ına yerleşmiş, Mevlânâ ders verdiği dört medreseden biri olan Pamukçular Medresesi’nden talebeleriyle birlikte ayrılıp giderken Şems ansızın önüne çıkmış ve bindiği katırın gemini tutarak, “Ey dünya ve mana nakitlerinin sarrafı! Muhammed hazretleri mi büyüktür yoksa Bâyezîd-i Bistâmî mi?” diye sormuş, Mevlânâ, “Muhammed Mustafa bütün peygamberlerin ve velîlerin başıdır” diye cevap verince Şems, “Peki ama o, ‘Seni tesbih ederim Allahım, biz seni lâyıkıyla bilemedik’ dediği halde Bâyezid, ‘Benim şanım ne yücedir, ben sultanların sultanıyım’ diyor” demiş, bunun üzerine Mevlânâ, “Bâyezid’in susuzluğu az olduğundan bir yudum su ile kandı, idrak bardağı hemen doluverdi; hâlbuki Muhammed’in susuzluğu arttıkça artıyordu. Onun göğsü Allah tarafından açılmıştı. Sürekli susuzluğunu dile getiriyor, her gün Allah’a daha çok yakın olmak istiyordu” diye cevap vermiş, Şems bu cevabı duyunca kendinden geçmiş, bir müddet sonra da yaya olarak medreseye gitmişlerdir (Maḳālât, s. 685-686; Sipehsâlâr, s. 124-125; Eflâkî, II, 193-195). Son dönem Mevlevî âriflerinden Midhat Bahârî, Mevlânâ’nın bu esnada kutbiyyet makamında bulunduğunu, Şems’in Konya’ya onu irşad için gelmediğini, Dımaşk’ta iken Mevlânâ’da gördüğü irfan ve aşk nuruna hayran kaldığını, bunu geliştirmek ve Mevlânâ’yı kendisine göstermek için onun sohbet dostu olduğunu, bu sebeple Şems’in Mevlânâ ile karşılaştığında ona yönelttiği soruların mürşidin dervişini imtihanı şeklinde anlaşılmaması gerektiğini söyler. Midhat Bahârî’ye göre Şems-Mevlânâ mülâkatına dair ilk dönem Mevlevî literatüründe yer alan rivayetlerin çoğu asılsızdır. Özellikle Abdurrahman-ı Câmî, Abdülkādir el-Kureşî ve Devletşah’ın eserlerinde geçtiği gibi Mevlânâ’yı kitap okurken bulan Şems’in kitapları havuza attırması ya da yaktırmasına ve onu kitapları mütalaa etmekten alıkoymasına dair menkıbe tasavvufî incelik taşımadığı ve Mevlânâ’nın mânevî mertebesini küçülteceği için gerçek dışıdır. Zira Şems, Mevlânâ’nın donuk, cansız kitapla, konuşan, canlı kitap arasındaki farkı bilen bir kâmil olduğunu bilmeyecek bir velî, Mevlânâ da Şems’in bu tür bir müdahalede bulunmasına imkân tanıyacak ve iki tür kitap arasındaki derece üstünlüğünü idrak edemeyecek kadar mübtedî sâlik değildir (Beytur, s. 57-62). "
 
Not: Türkiye'den yapılan tüm alıntılar mantık dışıdır ve tamamen uydurmadır.
Bu neden bir hile?
Cevap:
1- Alıntıların üslubu Mevlana'nın ahlâkına, o'nun ilmine, Edebiyat Divanı kültürüne ve İslam dinine aykırıdır. Her hâlde biz Horasanîlerin elinde Mevlana'nın "şiirleri" var. Hz. Mevlana her şeyi şiirlerinde dile getirmiştir. Bunların hepsi yalan Örneğin Mevlana'nın Şems Tebrizi‘ye cevabı: "Muhammed Mustafa tüm peygamberlerin ve velilerin başıdır".
Bu cevap Mevlana'nın ahlakına ve bilimine aykırıdır. Ancak Kur'an-ı Kerim'in içeriğini bilmeyen cahil bir kişi bu şekilde cevap verecektir. Mevlana eğitimsiz ve Kur'an cahili miydi? İslam dininin mantığına göre her peygamberin durumunu yalnızca Allah bilir. Divan edebiyatı öğrencisi olan Mevlana, Kur'an-ı Kerim'in üslubunda kullanılan mantığı daha iyi biliyordu. Edebiyat divanının şairleri dini bilgilerini Kur'an'dan almasalardı şiirde cehalete düşerlerdi. Bu cevap tek başına Türkiye'nin tüm bilgilerini çöpe atmakta ve bilgi seviyesinin ne kadar bittiğini göstermektedir. 
 
2- İnsan hayatının gerçekliğinde var olmayan bir karakter için, herkes onu tanıtmak için kendi hikâyesini anlatır. Mesela: Şirin Ferhat veya Lehli Mecnun, Edebiyat Divanı şairlerinin zihinlerinde toplumda yaratılmıştır. Şairlerin zihin ürünü olan bunlar, her birinin adından hikâyelere dönüşmüştür. Mevlana şiirleriyle gerçek bir karakterdir, kimse onun hakkında hikâye yapamaz. Mevlana'nın zihninde inşa edilen Şems Tebrizi gibi, herkes Şems Tebrizi'yi aklıyla inşa etmiş, herkes onu halktan cahillere satmış ve cahiller satın almıştır. Zira Şems-i Tebrizi bir bilmeceydi ve bir bilmece için hikâye yapmak kolaydı. Anadolu toplumu hikâyeleri çok sevdiği için Şems-i Tebriz’inin hikâyesini kabul etmekle yetinmiştir.
 
Nerden bileyim ki ben, kim bana yol vardı?
Cennetten mi ya ki, cehennem kurdumu idi?
Cam olsun sanem, birazda haz nakit
Veresiye Cennet'te olsa, nakitti akılla gördü
 
İsa'nın zamanında bazı aldatıcılar bilgeliklerini İsa adına insanlara satıyorlardı. Bir gün İsa bu sahtekârlardan birini şehrin ortasında halkın arasında gördü. Bu sahtekâr, İsa'nın propagandasını abartarak kendi aklını halka tanıtmıştır. O’nun yalan beyanları gerçek İsa ile hiçbir benzerlik taşımıyordu. İsa ona yaklaştı ve İsa'yı görüp görmediğini sordu. O bir sahtekâraydı ve sonra İsa insanlara şöyle dedi: Ben İsa'yım. Bu yalancıya inanmayın ama kimse İsa'nın sözlerine inanmadı. Edebiyat insan hayatındaki en güçlü silahtır, eğer edebiyat kötü insanlar tarafından kullanılırsa kimse onun mantığını göremez.
Eğer Türkiye'de en azından bir Türk, Celaleddin'in şiirlerindeki mantığın farkında olsaydı, Türkiye Şems Tebriz’inin hikâyelerinden etkilenmezdi.
 
(Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)
Sevgili dostlar, ben her gün Mevlana ile konuşuyorum. Bu konuşma onun şiirleri aracılığıyla yapılır. Yani Mevlana'nın kim olduğunu bilmek istersek, onun şiirleri genel olarak Mevlana'yı gösterir ve onu detaylı olarak tanıtır.
Türk halkına saygım sonsuz, onlar benim için her zaman değerlidir ama Türkiye'nin aydın toplumuna değer vermiyorum çünkü aydın toplumu ve üniversiteler "ölü" rolü oynuyor. Celaleddin bir entelektüeldir. O bir edebiyat şairidir. Eğer Mevlana'yı bu iki makamdan alıp şeyhlere bırakırsak bu, Türkiye aydın toplumunun itibarına ve Türkiye'nin itibarına zarar verir. Örneğin Diant'ın internet sitesinde şu yazı var: "Mevlânâ’nın ifadesiyle Şems tasavvufun yanı sıra kimya, nücûm, riyâziyyât, ilâhiyyât, hikemiyyât, mantık, hilâf ve nârenciyyât ilimlerinde de mahirdir (a.g.e., II, 201). Şâfiî mezhebine mensup olmakla birlikte (Maḳālât, s. 182) yine Mevlânâ’nın ifadesiyle ricâlullahın sohbetine eriştikten sonra bilgilerinin hepsini defterden silmiş, aklî ve naklî ilimlerden sıyrılıp tecrîd, tefrîd ve tevhid âlemini tercih etmiştir (a.g.e., a.y.). Şems-i Tebrîzî, seyahatleri boyunca karşılaştığı şeyhleri ve âlimleri melâmet tavrının bir gereği olarak gerçeklerin ortaya çıkması için imtihanlara tâbi tuttuğunu, velâyet tavrı baskın olanları şeriatla, şeriat tavrı baskın olanları velâyetle denediğini, bunların teslimiyet ve hakikat arayışlarının eksik olduğunu, cedelle vakit geçirdiklerini, hiçbirinin kendisini tatmin etmediğini, gerçek şeyhliği ve dostluğu Mevlânâ’da bulduğunu ifade eder (Maḳālât, s. 219, 756, 784). "
 
İnsanı hayvanlardan ayıran özellik nedir? Herkes tereddüt etmeden "mantık" diyecektir.
Evet mantık!
Türkiye'nin aydın camiası "mantığa" saygı duyuyorsa lütfen cevap versinler: Mevlana hiçbir şiirinde Şeyh'ten söz etmez. Eğer Türkiye'deki Şeyhi cemaatinin rivayetleri doğruyu söylüyorsa, Mevlana'nın şiirlerinin mantığı neden Şeyhi cemaatine karşıdır? Edebiyat Divanı kültürü doğası gereği şeyh cemaatini hiçbir şekilde kabul etmez. Çünkü Divan edebiyatı kültüründe "bireyselleşme" vardır. Yani onun mesajları herkese yöneliktir ve "kişi" ile "Tanrı" arasında üçüncü bir kişi yoktur. Horasan kültürünün hayat felsefesi özü itibariyle şeyh toplumuna karşıdır. Elbette laik yaşamı savunuyor. Demek ki Allah gökte, "kul" ise yerdedir. Allah ile kul arasında üçüncü bir kişi yoktur. Horasan yaşamının gerçeği şudur ki, Türklerde kabilecilik kültürü ortaya çıkmamış, onun yerine bir "millet" inşa edilmiştir. Örnek: Hindistan'da, bu kültürün etkisi Hint toplumundaki en iyi demokrasiyi yarattı. Unutmayalım ki insanlık tarihinde her yaşam biçimi evrelerden geçmiştir. Hinduların hayatında Türkler en iyi aşamaya sahiptir. Bugün Hindulara Hindistan'ın tarihteki en büyük sultanı kimdir diye sorulsa, hiç tereddüt etmeden "Ekber Şah" adını söylerler.
Marksizm, Horasan ülkelerine ihanet etti, ancak Horasan halkından eski özü söküp atamadı. Türkiye'ye geldiğimde Türkiye'nin Mevlana'sını tanıyamadım, çünkü Celaleddin Horasan'ın şiirlerinde Türkiye'nin Rumi'si geçmiyor. Şimdi üniversiteler dâhil tüm Türkiye aydın toplumundan bu iftiranın mantığı hakkında bilgi vermelerini rica ediyorum.
Bilgi verebilecek olan var mı?
Yani rivayetlerden uzak durup Celaleddin'in kendisine sorun, bu iftirayı Mevlana mı söyledi? Lütfen Mevlana'nın şiirlerini Türkiye'nin onuru ve Türkiye aydın toplumuna saygı için okuyunuz.
 
Değerli arkadaşlar, Mevlana Gazellerinde Şems'i, Şemseddin'i, Şems ül-Hak'ı yüzlerce kez yazmıştır. O "Celal ve Cemal" kelimesini yüzlerce kez kullanmıştır. O’nun tüm sonelerinde bu sıfatları yalnızca Tanrı için kullanmıştır. Her zaman yoksul toplumun acılarına değinmiş ve insanların zihinlerini harekete geçirmiştir. Gösteriş yapmayı her zaman reddetmiştir.
Celaleddin'in mantığına göre bir insan, toplumun fakirlerinden daha saygın değildir. Hiç kimsenin güzelliğini ve ihtişamını tarif etmemiştir ve hiç kimse Mevlana'nın ahlakında ve divan edebiyat kültüründe diğerlerinden daha yüksek bir konuma sahip değildir.
O’ Tanrı'yı ​​sever ama bütün Gazellerini, Mesnevilerini ve diğer şiirlerini insanlık için yazmıştır. Türkiye'de Şems Tebrizi ile ilgili her rivayet yalandır. Şüphesiz Celaleddin'in şiirlerinin mantığıyla çelişmektedir.
Bu Yalanı Türkiye Diyanet Vakfı web sitenizde okuyun: "Eflâkî’ye göre Şems’in melâmet tavrının gereği olarak Mevlânâ’yı bırakıp gidişi bir tür celâl tecellisidir. O zamana kadar Mevlânâ, Şems’te sadece cemâl tecellisini görmüş, Şems Konya’dan ayrılarak ona celâl tecellisini de göstermiş, bunu da Mevlânâ’nın kendisini tam anlamıyla müşahede etmesi için yapmıştır (Âriflerin Menkıbeleri, II, 218). Maḳālât’ta geçen (s. 73), "
 
Türkiye'nin dindar toplumunda bu ahlak, Müslümanlığın bir parçası olarak kabul edilmektedir. Bu ahlakta "kul" ile "Allah" arasında "Şeyh" vardır. Görüşlerine saygı duyuyorum ama Şeyh kültürünü yaymak için neden "Mevlana’yı kullanıyorlar? Şimdi soruyorum aydın camiasına ve eğitim camiasına, aranızda edebiyatın kıymetini anlayan en az bir kişi yok mu?
Mevlana'nın faaliyeti edebi bir faaliyetti. O'nun şiirlerinin edebiyatını anlatacak en azından bir kişiyi topluma tanıtamaz mıydınız?
 
Mantık, mantık, mantık, bir toplumdan mantık uzaklaşırsa şeytan o toplumun aklını esir alır. Türk dini camiasına söyleyecek bir şeyim yok ama Türk aydın camiasının zekâsına dair sorularım var. Mevlana kısa ömrüne o kadar çok şiir yazmıştır ki, Bu kadar şiir yazmak için yıllarca yıl pratik yapmak gerekti. Yıllarca yıl kitap okumak ve deneyimli insanlarla konuşmak gerekti. Dolayısıyla bana göre Mevlana şiir yazmaya başladığında neredeyse 40 yaşındaydı. Madem şeyh olup, aydın olarak şair olabiliyordu, neden Türk şeyhleri ​​ve Türk aydınları şair olamadı?
Bazı insanların zihinlerinin Mevlana hakkındaki bu saçmalığı kabul ettiğini okuyun:  "Şems-i Tebriz’inin bu kayboluşundan kırk gün sonra Mevlânâ’nın başına beyaz sarık yerine duman renkli bir sarık sardığını, Yemen ve Hint kumaşından bir ferecî yaptırdığını ve ömrünün sonuna kadar bu kıyafeti kullandığını (Âriflerin Menkıbeleri, II, 269), Sultan Veled ise babasının aşkla şiirler söylemeye başladığını ve daima semâ yaptığını (İbtidânâme, s. 65, 69) söyler. Mevlânâ bir müddet sonra aldığı haber üzerine Şems’i bulma umuduyla Dımaşk’a gitmiş, ancak bulamadan geri dönmüş, birkaç yıl sonra tekrar gitmiş, aylarca aradığı halde yine bulamamıştır"
 
Sevgili dostlar, eğer Şems gittiğinde Mevlana böyle düştüyse, nasıl bu kadar şiir yazabildi?
Mantık, mantık, mantık!
Eğer tek bir Türk Türkiye’de şiiri bilseydi bu safsataları sorgulardı. Bu safsatalar, Türkiye'nin manevi itibarını divan edebiyatı aydınlarının gözünde cahil gibi gösteriyor.
Mevlana'nın Dari ve Farsça dillerinde binlerce öğrencisi var. Eğer Türkiye, Mevlana adına bu saçmalığı devam ettirirse, Mevlana'nın öğrencileri de Türkiye'nin aklıyla alay etmeyecekler mi?
 
(Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)
Nitekim Mevlânâ, Konya’ya dönüşünün ardından Şems kendisine sorulduğunda, “Şems-i Tebrîzî sadece bahanedir, güzel ve latif olan biziz” şeklinde cevap vermiştir (Eflâkî, II, 282). Şems’e ulaşıp onu göremeyen bir dervişe ise, “Şems-i Tebrîzî’ye erişemediysen öyle birine eriştin ki saçının her telinde yüzbinlerce Şems vardır”
 
Yukarıdaki rivayeti yorumlayacak olursak, yalan da olsa "gösteriş gerçektir" çünkü Mevlâna mantığına göre "Şems", Mevlâna'nın bir akıl sanatıdır. Yani davetsiz misafirlerden korunmak için bir bahanedir. Gerçek şu ki, Divan Edebiyatı şairlerinin aklının her saçında yüzbinlerce Şems, Leylâ ile Mecnun, İran ve Turan ve ve veler vardır. Toplumların popüler konuşmalarını dikkate alırsak, her konuşmacının zekâsını edebiyat yönlendirir. Bir kez daha söylüyorum: Kur'an-ı Kerim'in edebiyatı olmasaydı iki milyar insan Müslüman olmazdı. Her millette millî edebiyat ve millî ahlâk olmazsa, her şey rezil olur. İlk adımda, din aşağılık hale gelir. Kuşkusuz din, toplum ahlakına önderlik edemez. Bu deneyimi İran ve Afganistan'ın yarım asırlık tarihinden alıyoruz.
Divan edebiyatı ve bu edebiyatın tarih boyunca yarattığı millî ahlâk eserleri Horasan, Hindistan, Pakistan, Bangladeş, İran ve Azerbaycan toplumlarında mevcuttur. Türkiye'nin milli edebiyatı, milli ahlakı var mı? Eğer öyleyse neden bu kadar çok kadın, kadın cinayetlerde öldürülüyor?
Bu suçun yüzde 10'u başka ülkelerde, hatta Afganistan'da bile yok!
 
Haram katma aşa, haram beladır başa
Az olsun helal olsun, buyur ye paşa paşa
Huzur yaşam yaraşır, bu kısa yaşamımda
Eğer ki bulabilsem, beyaz kıl düşmez kaşa
 
Mevlana, Şems Tebrizi sanatını zihninde yarattı ve herkese sattı. Tasavvuf şiirlerinin çoğunda Şems Tebrizi adını kullanan Mevlana, edebî kültürün yöntem ve mantığından uzak olan halkların çoğu tarafından "şeyh" olarak kabul edilmiştir. Çünkü Şeyh kültürü Orta Doğu'da yaygındı. Bu kültür Türkiye'de bir evrim aşamasını yaşamıştır. Bu kültür, Türkiye Türk halkından tüm Türk değerlerini çalmıştır. Aynı İsa hikâyesi Türk toplumuna da yansıyor. Mesela: Celaleddin canlanıp şiirlerinin mantığını Türk toplumuna anlatsa, kimse o'nun sözünü dinlemez.
Nedenini biliyor musunuz?
"Türk toplumunda entelektüel ruh ölmüştür".
 
Şimdi sizin için Türkçe olarak Celaleddin'in iki gazelini yazıyorum. Sema kelimesi her iki sonede de kullanılmaktadır. Türkiye'de herkes bu kelimeyi "Sema" olarak bilir ve bu iki soneden Sema kültürünü kurmuşlardır. Yani Gazel'de Mevlana kendinden bahsetmiş ama herkes bunu "sema" olarak değerlendirmiştir.
 
بیا بیا که توی جان، جان جان سماع
هزار شمع منور، به خاندان سماع
چو صد هزار ستاره ز تست روشن دل
بیا که ماه تمامی، در آسمان سماع
بیا که جان و جهان، در رخ تو حیرانست
بیا که بوالعجبی نیک، در جهان سماع
بیا که بی تو، به بازار عشق نقدی نیست
بیا که چون تو زری را، ندید کان سماع
بیا که بر در تو شسته‌اند، مشتاقان
ز بام خویش فروکن، تو نردبان سماع
بیا که رونق بازار عشق، از لب تست
که شاهدیست نهانی، در این دکان سماع
بیار قند معانی، ز شمس تبریزی
که باز ماند ز عشق، لبش دهان سماع
 
Not: Her beyitte "sema" kelimesi her iki sonede de geçmektedir. Edebiyat Divanı'nda tecrübesi olmayan biri "Sema" diye düşünür. Sema düşünürse Türkiye'de hâkim olan kültür yansır ama Edebiyat Divanı'nın şiir mantığına bakarsak "Mevlana beyaz demiş ama Türkiye siyah anlamış." Şimdi bu iki soneyi Türkçe olarak yazacağım.
İlk soneden:
 
بیا بیا که توی جان، جان جان سماع
هزار شمع منور، به خاندان سماع
 
Gel gel ki sen can sen, semanın caniye gel
Senin gelişinle Sema’nın evinde bin mum yanacak
 
Dikkat edelim, amaç "Sema" olsa ve Allah geldiğinde bin mum yansa Allah ibadethaneye gelir mi?
Mantıksal olarak yanlıştır.
Şimdi bu beyitti Edebiyat Divanı kültürünün mantığından hareketle analiz edeceğiz: "Mevlana, Allah'ın nuruna ve Allah'ın emirlerine der ki: Dinleyicinin ruhuna gelin, dinleyicinin evine gelmenizle birlikte, bin ışık gelecek."
Sema kelimesi dinleyici anlamına gelir.
Mevlana'nın mantığına göre kimse Allah'ı göremez ama Allah'ın ışığını hissedebilir ve Allah'ın emirlerini duyabilir.
Bu beyitte Sema, Allah'ın emrini işiten ve Allah'ın nurunu gören kişidir. O Mevlana'dır. Çünkü "Sema" duymak demektir.
 
چو صد هزار ستاره ز تست روشن دل
بیا که ماه تمامی، در آسمان سماع
 
Yüzbinlerce parlak yıldız gibi bu yüreğim senin ışığından
Gel sen tam bir aysın gökyüzü semasında
Başka bir deyişle, Mevlana'nın gökyüzünde tam bir aysın
 
بیا که جان و جهان، در رخ تو حیرانست
بیا که بوالعجبی نیک، در جهان سماع
 
Gel ruhum ve ruhlar ve dünya sana âşık ve sana kaybolmuş
Gel Semanın dünyasına, o iyi bir tezahür haline geldi
 
بیا که بی تو، به بازار عشق نقدی نیست
بیا که چون تو زری را، ندید کان سماع
 
Gel sensiz aşk pazarında gerçek aşk nakit değildir
Sen bir altınsın, gel, bu Kan Sema hiç senin gibi bir altın görmedi
 
بیا که بر در تو شسته‌اند، مشتاقان
ز بام خویش فروکن، تو نردبان سماع
 
Gel, seni görmeyi sabırsızlıkla bekliyorlar âşıklar
Çatıdan in, Sema'nın merdivenleri sen
 
Not: Dikkat edelim, diyor Mevlana Allah'ın Nur’una: Bize gel çünkü meraklılar ve âşıklar seni bekliyor. Bulunduğun yerden bize gel, sen benim merdivenimsin ve ben de seninle sevgiliye ulaşacağım. Yani "sema" kelimesi Mevlana'nın bir alegorisidir. O, şiirlerinde Türkiye'de popüler olan Sema'dan hiç bahsetmemiştir. Sema'nın sonelerde "Sema" olarak yorumlarsak, bu iki sone günümüz Türkiye'sinin kültürünü sunar, bu durumda sonelerin mantığı edebî divan kültürünün mantığının dışında kalacak ve "müşriklik ve putperestliği" yansıtacaktır.
Celaleddin'in her şiirinin mantığında iki hitap vardır. Biri sevgilinin adresi, diğeri ise âşık adresidir. Sevgilinin adresinden halka mesaj gönderir. Aşık ile sevgili arasına kimseyi koymaz, çünkü edebi divan kültürünün mantığında bu "şirk ve putperestlik" olur.
 
بیا که رونق بازار عشق، از لب تست
که شاهدیست نهانی، در این دکان سماع
 
Aşk piyasasının refahı dudaklarının sanatıdır, gel benim için
Bu Kan-Sema yani bütün varlığım gizlice bu sahneye tanıktır
 
Şimdi bu sonenin son beytine geliyoruz. Son beyitte "Şems Tebriziden" bahsediliyor. Mantıklı düşünelim, eğer sema kelimesi sema kültürünü temsil ediyorsa şiirin mantığında Mevlâna'nın yeri nerededir?
Diyelim ki Şems Tebrizi Şeyh'tir, onun şiirdeki yeri nerededir?
Divan edebiyatı kültürünü anlamak büyük bir ustalık gerektirir. Bu algıya sahip olmalıyız ki şairlerin zihninde kelimeler dans eder. Her kelimenin birçok anlamı vardır. Divan edebiyatında şiir yazmak oldukça zor bir iştir. Bu kültürün değeri onun zorluğudur. Zira edebiyat Divani insan zihnini harekete geçirir. Bu kültürün hâkim olduğu bir toplumda âlimlerin sözleri ölçülüdür. İnsanlar konuşmanın dış görünüşüne bakmazlar, konuşmanın içeriğine değer verirler.
 
بیار قند معانی، ز شمس تبریزی
که باز ماند ز عشق، لبش دهان سماع
 
Şems Tebrizi‘den tatlı anlamlar getir
Semanın dudakları ve ağzı aşktan uzak kalmıştır
 
Not: Mevlana'nın ne dediğine dikkat edelim: Şems Tebrizi‘den tatlı anlamlar getir.
Şems-i Tebrizi'nin bir şeyh olduğunu varsayarsak, Mevlana, Allah'a Şems-i Tebrizi'den tatlı anlamlar getirmesini mi emretmiştir?
Kesinlikle hayır!
Mevlana Allah'a şöyle der: "Bana nurundan tatlı manalar ver ki, yolumu kaybetmeyeyim." Allah'ın nurunun sembolü Şems Tebrizi kelimesidir. Celaleddin'in Allah'la konuşması "dua" mantığıyla yapılmaktadır. Bu gazeldeki duada Mevlana, Allah'tan, liderinin "Allah'ın ışığı" olmasını ister. Şimdi Gazel'deki Mevlana yerine "Sema" Ve Şems-i Tebrizi'yi şeyh olarak kabul etmek mantıksız değil mi?
Sema" Allah'a Şems'ten tatlı manalar alıp "Semaya“ getirmesini söyleyebilir mi?
İkinci noktada ise dikkat etmek gerekir ki, doğrudan Allah'a ve İslam dinine yönelik olan sonelerde, bunlarda "Şems-i Tebrizi" yazılıdır.
Ancak Allah'ın ve İslam dininin gösterisinin olmadığı ancak mistik şiirler olduğu sonelerde "Şemseddin Tebrizi" veya "Şemsülhak Tebrizi" yazılıdır.
 
Geçtim cefalarından, tanrı ondan geçmesin
Senin gibi zalimi, hayatıma biçmesin
Muhtaç bıraksın seni, Senin gibi kişiye
Ateş içinde atsın, uygun tedbir seçmesin
 
İkinci sonenin çevirisi!
 
بیا بیا که توی جان، جان جان سماع
بیا که سرو روانی، به بوستان سماع
بیا که چون تو نبودست و هم نخواهد بود
بیا که چون تو ندیدست، دیدگان سماع
بیا که چشمه خورشید، زیر سایه تست
هزار زهره تو داری، بر آسمان سماع
سماع شکر تو گوید، به صد زبان فصیح
یکی دو نکته بگویم، من از زبان سماع
برون ز هر دو جهانی، چو در سماع آیی
برون ز هر دو جهانست، این جهان سماع
اگر چه بام بلندست، بام هفتم چرخ
گذشته است از این بام، نردبان سماع
به زیر پای بکوبید، هر چه غیر ویست
سماع از آن شما و شما از آن سماع
کنار ذره چو پر شد، ز پرتو خورشید
همه به رقص درآیند، بی‌فغان سماع
بیا که صورت عشقست، شمس تبریزی
که باز ماند ز عشق، لبش دهان سماع
 
 
بیا بیا که توی جان، جان جان سماع
بیا که سرو روانی، به بوستان سماع
 
Gel gel ki sen can sen, semanın caniye gel
Sema bahçesine gel, çünkü sen bu bahçenin gururlu ağacısın.
Yani, Mevlana'nın kalbine gel, çünkü sen Mevlana'nın kalbindeki inancın direğisin
 
بیا که چون تو نبودست و هم نخواهد بود
بیا که چون تو ندیدست، دیدگان سماع
 
Gel, "Sema" yani Mevlana senin gibi değildi ve senin gibi olamaz zira sen her bakımdan tamsın
Gel, bu işiten gözler senin gibi bir ışık hiç görmedi
 
بیا که چشمه خورشید، زیر سایه تست
هزار زهره تو داری، بر آسمان سماع
 
Gel güneşin kaynağı gölgende
Bin Venüs gezegenin, Sema'nın semasında, yani Mevlana'nın gönül semalarında senin emirlerin var
 
سماع شکر تو گوید، به صد زبان فصیح
یکی دو نکته بگویم، من از زبان سماع
 
Sema, yani Mevlana yüz güzel dilde teşekkür eder
Bir iki şey söyleyeyim, Sema'nın dilinden 
 
Not: "Bir iki nokta söyleyeyim, Sema dilinden " Bu ne anlama geliyor?
Mevlana diyor ki: Dinleyicinin ağzından bir iki nokta söyleyeceğim. Dinleyici kimdir? Mevlana'nın kendisidir.
 
برون ز هر دو جهانی، چو در سماع آیی
برون ز هر دو جهانست، این جهان سماع
 
Mevlana, Allah'a şöyle der: Sen her iki dünyanın da dışındasın, eğer semaya gelirsen, yani Mevlana'nın aklını bilirsen, bütün varoluşun içinde cereyan ettiği Sema gibisin. Her iki dünyanın da dışında, bu sema dünyası
 
Not: Bu beyitte "Semanın" anlamı değiştirilmiştir. "Felek" anlamını da almıştır.
 
اگر چه بام بلندست، بام هفتم چرخ
گذشته است از این بام، نردبان سماع
 
Çatı yüksek olmasına ve yedinci katta yer almasına rağmen
Yani Allah'ın rızasını almak zordur.
Bu zorlukla karşılaşan sema, yani Mevlana, Allah'ın rızasını kazanmak için adımlarını dama çıkardı ve damlardan geçti.
 
Not: Mevlana'nın dininin mantığına göre Allah'ın rızasını kazanmak kolay değildir. Tanrı'yı memnun etmek için bireysel bir mücadeleye inanır. Allah ile insan arasına kimseyi koymamıştır. Şiirlerinin mantığı güneş gibi açıktır, neden o'nun karakterini küçümseyip Şeyh’in müridi olarak tanıtalım?
Şems Tebrizi, Mevlana'nın şiirlerinin hangi belgesinde insan olarak kabul edilmektedir?
 
به زیر پای بکوبید، هر چه غیر ویست
سماع از آن شما و شما از آن سماع
 
Allah'tan başka her şeyi çiğneyin. Yani "Şirkin" bütün ahlâkını
Çünkü: Sema, yani Tanrı sizden ve siz Tanrıdan
 
Edebiyat Divanı'nın "mucizelerini" şairlerden okuyunca Mevlana gibi sarhoş oluyorum. Nedenini biliyor musunuz?
Bu kültür doğrudan insan aklına saldırmakta ve insanı evrimsel bir aşamaya kadar sarsmaktadır. Mevlâna bu gazelde Sema'ya "işitme" anlamından başlamış, daha sonra Sema'nın "gökyüzü" manasını kullanmış ve "gökyüzü" manasının mantığından yola çıkarak Allah'ın büyüklüğüne örnek vermiş ve bu beyitte şöyle buyurmuş: "Allah gökyüzü gibidir. Eğer iyi bir insan olursan, sen Allah'a ait olduğun gibi, bu gökyüzü, yani Allah'ın cenneti de senin olacaktır. Buyurmuş: "Hepiniz bir bireysiniz ve Allah da bir tamdır, kendinizden ve Allah'tan başka aranıza giren herkesi ayaklar altına alın." O, kelimeleri dansa dönüştürmüş ve o kadar güzel söylemiş ki, sevinçten çığlık atmak istiyorum. Hey Türkiye’m can çığırımızı bir şeyhin müridi olarak tanıttın, söyle bana iki can ciğer arasında ne diyeyim?
 
کنار ذره چو پر شد، ز پرتو خورشید
همه به رقص درآیند، بی‌فغان سماع
 
Bir şeyin bir tarafı Yani Mevlana'nın bedeni ve ruhu güneşin nuruyla dolduğu, yani Allah'ın nuruyla dolduğu, yani imanla dolduğu zaman
"Sema" Yani Mevlana suskunken herkes dans etmeye başlasın
 
بیا که صورت عشقست، شمس تبریزی
که باز ماند ز عشق، لبش دهان سماع
 
Bu sonenin son beytinde Celaleddin'in hitabı Allah'ın nurunadır. Son beyitte "Şems-i Tebrizi", Nurullah'ın bir alegorisidir. Mevlana, Şems-i Tebrizi'ye, yani Nurullah'a şöyle der: Gel, Şems-i Tebrizi aşkın yüzüdür, yani Nurullah aşkın yüzüdür. Gel, ey Şems-i Tebrizi, yani gel, ey Allah'ın ışığı, "Semanın dudakları ve ağzı, yani Mevlana'nın dudakları ve ağzı aşksızlıktan kurudu".
 
Divan edebiyatı şairleri şiir yazarken kelimelerin manalarını, hatta kelimelerin kendisini düşünmezler çünkü şiir yazmak onların elinde değildir. Zira şiir insanın ruhunda ve bedeninde olan bir "şair" tarafından yazılır. Şunu hayal edin: Bedeninizde, sizin aklınıza paralel, bilgi birikimlerini kullanan ve sizden çok uzakta şiirler yazan başka bir akıl daha var. Edebiyat divanında bir şair böyledir.
  
Mevlana her kelimeyi kullandı. "Şems", "Tebriz", "Sema", "Evliya", "Şems Tebrizi", "Şems el-Hak Tebrizi", "Şemseddin Tebrizi" ve diğerleri. Her kelimenin anlamı her sonede, hatta her beyitte değişir, çünkü "şair" öyle yapar. Örneğin: "Anne" adlı bir kitap yazıyordum ve hikâyenin bir sahnesinde sarhoş "şarap" hikâyesini yansıtmak istedim. Altı beyitten oluşan bir şiir yazılmıştır. Şaşırtıcı bir şekilde, "şarap" kelimesi altı beyitte "on bir kez" geçmişti. Şimdi soru şu: Eğer bir kelime altı beyitte on bir defa geçiyorsa, bu iyi bir şiir olur mu?
Asla!
Şarap on bir farklı kelimeyle yazılmıştır. Bu on bir şekil şiiri güzel kılmıştır. Biri bana bir milyon dolar verip bu serveti al, şarap anlamına gelen on bir kelime yaz dese, inanın yazamam. Ama "Şair" on bir kelimeyi soneye ekledi.
Mantık: Edebiyat Divanı'nın şairlerinden farklı zamanlarda on bir kelime duydum ve bunları hafızamda ezberleyip şaire teslim ettim. Bunu kendi isteğimle yapmadım. Edebiyat kültürü bunu uyguladı.
Bu örneği size neden anlattım?
 
Olsun bulutun akarsu versin laleye
Bir kadeh şarap hoşluk gam naleye
Bugünkü esmere izleyici sen
Yarin olursun esmer başka kaleye
 
21. yüzyılda dünya yeni bir dünya haline geldi. Kuşkusuz internet yeni bir dünya yarattı. Şunu anlamamız lazım Türk dizilerinde Şeyhlik kültürünün etkisi İslam ülkelerinde yorumlar yaratıyor ve bu yorumlar aydınlar arasında da yayılıyor. Elbette internet insanlara her şeyi getiriyor. Divan Edebiyatı kültürünün rol oynadığı ülkelerin din kültürü, Türkiye din kültüründen farklıdır.
Örneğin; Fatih sultan Muhammed dizisinde Ak Şemseddin elini hastanın başına koyar ya "Şafi" diyerek hastayı iyileştirir. Azerbaycan'dan Kazakistan'a, İran'dan Hindistan'a, Bangladeş'e kadar bütün İslam ülkelerinde bu bakış açısını kimse kabul etmiyor, bu ahlaka şirk diyor ve karşı çıkıyor.
Bu yöntem Hindiçin ülkelerindeki her dinde popülerdir. Ancak her din bunu reddeder. Türkiye bu konudan habersiz olduğu ve o ülkelerin entelektüel katmanlarının hassasiyetlerinden habersiz olduğu için Türk şeyh kültürü bu yöntemin Türkiye'nin güvenilirliğini artıracağını düşünmektedir. Bu büyük bir hatadır, çünkü divan edebiyat literatürünün olduğu ülkelerde bu yöntem uydurma bir etik ve "şirk" yöntemi olarak bilinir.
Türk dizilerindeki gerçekçi olmayan rüyalar ve hastaları hayata döndürme Sahneler İslam ülkelerindeki her aydını korkutmuştur. Bu yöntem devam ederse Azerbaycan bile Türkiye'den uzaklaşacak. Çünkü aydınlar siyasetçilerin Türkiye hakkındaki düşüncelerini değiştirecek. İslam ülkelerinde bu mesele o kadar derin ki, Afganistan'da en radikal grup siyasi iktidara ulaştı. Bunlar Pakistan'daki Peştunistan medreselerin öğrencileri. Taliban hükümetinin resmi raporunda 1000'e yakın kişinin tutuklanarak mahkemeye çıkarıldığı belirtiliyor. Türk dizileri gibi "Ya Şafi" diyerek insanları iyileştiriyorlardı ve reçeteler satıyorlardı.  Afgan halkının ahlakına dayanmayan bu kültür, NATO geldikten sonra yavaş yavaş dini bir ticaret pazarına dönüştü. Taliban'ın dini mantığına göre bu eylem şirk ve yasaktır. Bu haber tüm dünya basınında yayınlandı ama Türk basını yayınlamadı.
Kuzey Afganistan'dan bir başka örnek: NATO'nun işgali altındaki Afganistan Bu trajedi gibi sefaletlerle doldu. Türk dizilerinin mantığı gibi, bazı dolandırıcılar özel dini tanıtmaya ve satmaya başladılar. Bu dolandırıcılardan biri halkın işbirliği ile Taliban'ın eline geçmiş. Taliban, dolandırıcıya ifadelerinin mantığını kanıtlama fırsatı vermiş.
Bir yalan gerçeği kanıtlayabilir mi?
Türk dizilerinin sahneleri İslami mantık taşıyor mu? Gerçeği temsil ediyorlar mı? 
Davranışları ortaya çıktığında başkalarına örnek olması için çok dövmüşler. Şimdi soru şu; eğer birisi ya da bir ülke Ak Şemseddin'in Türkiye'deki sahnesinin mantığını sorgularsa, Türkiye'nin elinde İslam'ın ve Kur'an'ın itibar edebileceği belgeler var mı?
Şu gerçeği anlamamız gerekiyor: Divan edebiyatı kültürünün var olduğu ülkelerde, topluma güçlü bir manevi güç yön verir.
Her şeyin siyasetin elinde olduğu Türkiye gibi değil!
Dünyada bu manevi gücü yenebilecek hiçbir güç yoktur. Bu gerçeği Afganistan'da yarım asırdır süren savaşlarda gördük.
Bu gerçeğin en güzel dersi İran ülkesidir.
İran tarihinde ilk kez Şii dininin İslam şeriatına dayalı bir hükümet kuruldu. İran'da Şii dininin şeriat hukuku popüler bir tarihe sahiptir. Detaylı bir planlamayla İran'da yeni nesil dini tabakanın yetiştirilmesi ve bu tabakayla İran'ın gelecekteki liderliğinin garanti altına alınması isteniyordu. Ama başarısız oldular. Çünkü Afganistan'da etkin olan aynı manevi güç, bu rejime karşı da etkindir. İran rejimi bu manevi güce karşı varlığını idamlarla koruyor ancak infazlar olumlu sonuç vermiyor ve İran rejimi içeriden değişiyor.
Türkiye'de manevi bir güç yok ve her şey siyasetin elinde. Eğer Türkiye, Divan edebiyatı kültürünün var olduğu ülkelerin manevi gücüne karşı yanlış bir politikayla karşı karşıya kalırsa, kazanma şansı oalmadığı için Türkiye'nin çıkarları zarar görecektir.
Lütfen İslam ülkelerinin hassasiyetlerini okuyun.
Lütfen Türklerimizin tarihi şahsiyetlerini küçümsemeyin.
 
Ünlü Türk televizyon kanallarından birinde, Mevlana'yı her açıdan tanıyan Türk profesörlerden biri, Mevlana'yı tanıttı. Mevlana'ya "Muhammed" adını verdi ve ona Celaleddin lakabını taktı! O'nun babasını bir Din bilim adamı, Mevlana'yı da evliya olarak tanıttı. Mevlana'nın anne ve babasının Hazreti Osman'la kan bağına sahip olduğunu söyledi. Celaleddin'in şiirsel ve edebi özelliklerini Mevlâna'dan aldı ve Mevlana'ya kendi dini mantığına uygun bir karakter kazandırdı. Yani Mevlana'dan Türklüğü alıp Arap rengini verdi. O, evliyanı Tanrı'nın dostu olarak adlandırdı. Tanrı ile dostluk ayrıcalığını herkesten aldı evliyalara verdi. Bu mantıksızlıkla bilgi veren kişi kendisini Müslüman olarak görüyordu. Şimdi soru şu: Müslümanlar Allah'ın dostu değil mi?
Aklında düşünme mantığı yoktu.
Bir soru üzerine şöyle dedi: Eğer Mevlana, mucizevi düşüncelerini düzyazı olarak yazsaydı, herkes onlara dokunabilirdi. Bu özelliği onun düşüncelerini şiirsel olarak yazmasına neden olmuştur.
Ne şiir mantığını ne de Mevlana ilmini biliyordu.
Aynı şekilde Türkiye'de Mevlana'yı tanıtan her bilgin, Mevlana hakkında gerçeğe aykırı olan her şeyi söylüyor ama içlerinden en az biri, Mevlana'nın şiir sanatları hakkında hiçbir şey söylemez, çünkü bu konuda bilgi sahibi değildirler. Hiçbir aydın ve edebiyat profesörünün Mevlâna'yı şiirleriyle tanıttığını görmedim. Edebiyat kültürünün yaygın olduğu ülkelerde bu durum şaşırtandır. O ülkelerdeki aydın camiası Türkiye'ye hayretle bakıyor.
 
Ben üç dilde şair olan bir insanım ve şunu söylemekten gurur duyuyorum: Biz Türklerin edebiyat kültüründe nasihat edici hikâyeler ve manalı sözler düz yazıyla yazılması mümkün değildir. Şiir bir önkoşuldur. Mevlana'nın hikâyelerinden örnek vereceğim. Celaleddin, Divan edebiyatı sanatıyla Mesnevi'sinde Horasan halk hikâyelerini yazmıştır. Bu öykülerden biri de "Keniz ile Eşeğin Hikâyesidir. Rumi bu seksi hikâyeyi kelimelerin dansıyla yazmış. O şiiri Türkçeye çeviremediğim için hikâyenin özetini yazacağım.
Hikâye: Bir ünlünün eşi olan güzel bir bayan, hayatın her nimetini yaşamaktadır. Her türlü nimetten mahrum bir genç Keniz'i vardır. Keniz şehvetini tatmin etmek için kadının Kıçını kullanır. O seks sırasında bal kabağı kullanırdı. Bal kabağının ortasında bir delik açmıştı. Her türlü nimetten mahrum kalan Keniz bu seksten keyif alıyordu. Bu Hizmetçinin güzel yüzüne aldanan evin hanımı onu izledi. Bir gün onu seks yaparken ve eşek seksinden keyif alırken gördü. Her şeyiyle zengin olan bu hanım, tutkusunu eşek seksine vermiş ve bir şeyler bahane ederek hizmetçiyi evden dışarı göndermiş ve eşeğin altına girip seks yapmaya başlamış. Bu talihsiz hanım bal kabağından habersiz ilk eşek saldırısında zevk karşılığında canını Azrail'e teslim etmiş. Horasan'da düşünmeden bir iş yapan ve başarısız olan insanlar için şöyle derler: Bal kabağını görmeden eşeği gördü.
Hz. Mevlana bu Anekdottan iki mesaj vermiştir: Bir insan yoksun kalırsa, ahlak dışı ve kanundan uzak her şeyi yapar. Eğer bir kişi kendi egosu tarafından ele geçirilirse, her kötü eylemde yakalanır.
Bu hikâye Horasan halk hikâyelerinden biridir. Mevlana bu halk hikâyesini Divan Edebiyat sanatıyla yazmıştır. O kelimeleri dans ettirerek yazmış ve ona edebi değer katmıştır. Eğer düzyazı olarak yazılmış olsaydı, sert ve ahlaksız olurdu. Bu hikâyenin şiirini Türkçe yazsaydım edebiyat etiğinden uzak olurdu. Yani Divan Edebiyatı sanatı şu imkânı verir: Divan Edebiyatının poetik yöntemleriyle her türlü sorunu yazabiliriz. Düzyazıda bu mümkün değildir.
 
Değerli dostlar, Türkiye güvenilir ve değerli bir ülkedir. Türk insanı saygın insandır. Yakın gelecekte dünya Asya'ya doğru kayacak. Edebiyat Divanı'nın ülkeleri dünya siyasetinin merkezinde yer alacaktır. Horasan ülkelerin halkı Türk kardeşliğine ilgi duyuyor ancak Türkiye'nin kültür politikaları Horasan ülkelerini Türkiye'den uzaklaştırdığı için yanlıştır. Bu politika Türkiye'nin geleceğine zarar verecektir. Bu politika muhterem Recep Tayyip Erdoğan'a zarar verecektir çünkü Horasan ülkelerinin aydınları bu politikayı Erdoğan'ın politikası olarak görmektedirler.
Bu yüzyılda Horasan ülkelerinin Türkiye'ye ihtiyacı olmayacak ama Türkiye'nin Horasan ülkelerine ihtiyacı olacak, Türkiye ya bu yüzyılda büyüyecek ya da çok büyük sorunların içinde kalacak. Ekonomi Asya'ya dönerse, Türkiye politikalarını kendi başına gerçekleştirebilecek mi?
Bu yüzyılda, entelektüellerin rolü siyasetin merkezinde olacak, bu yüzyıl internetin yüzyılıdır. Türkiye yanlış kültür ve din politikasıyla Horasan ülkelerinin geleneklerine karşı siyaset oynarsa, Türkistan halkı Türkiye'nin kardeşliğini kabul eder mi? Lütfen bugünden geleceği anlayın. Lütfen Horasan ülkeleri halkı arasındaki bu düşüncelerini anlayın.
 
Hey Allah'ım bu acıyı dindirme
Acı aşktan aşk yolunda sindirme
Aşk acısı ruhum için ilaçtır
Aşksız insanlar içinde indirme
 
Artık kitabın sonuna yaklaştığımıza göre Türkiye'nin Diyanet İşleri Başkanı'na ve Sayın Milli Eğitim Bakanı'na bazı sorularım var. Saygıdeğer Büyüklerim! Mevlana dizisi Türkiye resmi kanalında yayınlandı. Bu dizi herkesi şaşırttı çünkü Mevlana'nın Divan edebiyatı dışında her şeyi içeriyordu Ama her şey yanlıştı. Örnek: Mevlana'nın Şems Tebrizi'ye cevabı: "Muhammed Mustafa, bütün peygamberlerin ve evliyaların başıdır".
Bunun yalan olduğunu biliyoruz Zira divan Şems elimizde ve bir başka açıdan bakıldığında bu cevap İslam'ın mantığından uzaktır ve Mevlana'ya karşı bir suçlama ve yalandır. Eğer yalan değilse lütfen bu konuyu Kur'an-ı Kerim mantığından ispat edin.
Dizide Şems büyük bir evliya, Mevlana ise küçük bir evliyadır. Edebiyatın mantığına göre evliyalar temiz insanlar ve iyi kullardır ancak Türk din kültüründe evliyaların Allah ile insan arasında ayrı bir yeri vardır. Kur'an-ı Kerim'de Yunus Suresi ve 62. ayette Allah'ın dostları olan evliyalardan bahsedilmektedir. Şimdi soru burada; Allah'ın dostları kimlerdir?
Kur'an-ı Kerim'de şu hususlardan bahsedilmektedir: "Tanrı'nın dostu, Tanrı'ya inanan kişidir" demek Müslümanlardır. Kur'an-ı Kerim'in mantığına göre her Müslüman potansiyel evliya değil midir? Bu her Müslümana açık olmadığı anlamına mı geliyor? Allah'ın bu sırrını nereden biliyorsunuz?
Verdiğiniz pozisyon Kur'an-ı Kerim'in hangi mantığından kaynaklanıyor, lütfen kaynak gösteriniz.
Dizide Mevlana gözyaşları içinde şöyle diyor: "Bugünden itibaren dünya işlerini bırakıp kendimi ahiret dünyasına adadım".
Sayın Milli Eğitim Bakanı, siz Türkiye'nin onurunu temsil ediyorsunuz. Eğer bu sahne doğruysa, Mevlana Divan Şems'i hangi mantıkla, hangi manevi ruh haliyle yazdı?
ــ Mesnevi'yi nasıl yazdı?
ــ Hangi psikolojiyle dörtlükler ve başka şiirler yazdı?
Milli Eğitim Bakanlığı'ndan Mevlana'nın eserlerini bir kere bile okuyan var mı?
Türk edebiyatının alegorisine sahip olan sizler, cevap verin, Eğer Hz. Mevlana dünya işlerinden vazgeçmişse, neden insanları bu dünyada iyi işler yapmaya teşvik etti?
Mevlana bütün şiirlerini insan toplumu için yazmıştır. Şimdi soru şu: Elimizde Şems Divanı, Mesnevi ve Mevlana'nın diğer eserleri mevcut ve biz Celaleddin'in şiirlerinden her gerçeği biliyoruz, sizler hangi mantıkla Türkiye'nin inandırıcılığını yok sayıyorsunuz ve bu yalanları Mevlana'nın adından devlet televizyonlarında yayıyorsunuz?
Edebiyatın gözünüzde hiçbir değeri olmadığını biliyoruz. Mevlana'nın hiçbir değeri olmadığını biliyoruz. Üç dilde divan Edebiyat şairi olarak benim hiçbir değerimin olmadığını biliyorum ama Kendi haysiyetiniz de değersiz mi? Saygıdeğer Tayyip Erdoğan'ın itibarı değersiz mi? En önemlisi Türkiye'nin itibarı de değersiz mi? Aydınları temsil eden sizler, bilgeliği ve bilgiyi temsil eden sizler, bir kere düşünecek misiniz?
 
Sadakatsiz yüreklere, gam dulu matem olsun
Vefasız bu dünyadan, gözler dulu nem olsun
Bilgisiz hep öterler, Küçük bir Papağan gibi
Bilinçsiz akilleri, kurt ve kuşe yem olsun
 
İnternetle birlikte dünya değişti. Geçmişte Türkiye'nin aydın toplumu Edebiyat Divanı'nın ülkelerinde ileri bir toplum olarak görülüyordu ama şimdi diyorlar ki: Türk entelektüel camiası çok konuşkan ve çok şey bilen ama birçok bilgisinin mantığını anlamayan, yüzeyde ileri ama cahil bir toplumdur. Şimdi soru şu: neden bu fikri ortaya attılar? Bu sorunun cevabı Türkiye'de yatıyor. Örnek 1: Yunus Emre bu ülkelerin aydınlarının gözünde şair, edebiyatçı, düşünür ve Entelektüel bir kişidir. Yunus Emre dizisi oluşturuldu. Dizide Şöhreti ve Prestiji ayaklar altına alındı. Edebiyatın Prestiji ve onuru ayaklar altına alındı. Örnek: Yunus Emre dizide diyor ki: "Ben bilmem, Şeyhim bilir." Bu manzara dünyanın herhangi bir ülkesinde görülse aydınlar ve edebiyatçılar isyan ederdi çünkü entelektüalizm ayaklar altına alındı ​​ama Türkiye'de bu skandala kimse tepki vermedi. Herkes bu sahneyi kabul etti. Mevlana dizisinden bir örnek daha: Mevlana dizisinde edebiyat yok edildi. Şiir küle dönüştü. Kimse tek bir ses bile çıkarmadı.
 
Örnek 2: Türkiye'de batılı yaşam tarzına "laik" deniyor. Örnek: Bir insan Batılı gibi giyinir ve Batılı gibi davranırsa, laiktir. Farklı bir yaşam tarzına sahip olanlar laik sayılmaz. Laik yaşamın tanımı "değerlere saygıdır". Herhangi bir değere saygı varsa, belirli bir değer toplumdaki diğer değerlerden üstün olabilir mi? Örnek: Türkiye'de İslam bir değerdir, Hıristiyanlık, Yahudilik ve diğer inançlar da öyle. Eğer Türk halkı tüm bu değerlere saygı duyuyorsa, onları laik ve İslami gruplara ayırabilir miyiz?
 Bir toplumda her değere saygı duyuluyorsa, din siyasetten, siyaset de değerlerden ayrı olmaz mı?
Siyasetin yerinde olması laik hayatın bir koşuludur.  Ama Türkiye'de laik adından,  siyaset her değerin içine yerleştirilmiştir. Bu akıldışılık, edebiyatın aşağılık hale gelmesinin nedenidir.
Türkiye'nin laikliği ile biz Horasan Türklerinin laikliği arasındaki fark tam da bu noktadadır. Türkiye'de her değer siyasallaştırılmış, gerçeğinden uzak bir slogan etiği ile tanımlanmıştır.   
Türkiye'de laikliği Mustafa kemal Atatürk'ün yarattığını düşünenleri gördüm. Bu zihniyet Ak Şemseddin dizisinin bir başka yüzüdür. Ak Şemseddin dizisinde Ak Şemseddin hastaları elleriyle iyileştiriyor. Mustafa Kemal Atatürk bu grubun düşüncesinde laikliği icat eden ve Türkiye halkına veren şahsiyattır. Bu insanlara laik tarihin evreleri hakkında bilgi veren tek bir tarihçiyi görmedim.
Öncelikle şunu söylemeliyim ki, "Mustafa Kemal Atatürk, Türk dünyasının kalbinde ve kalbimizdeki milli kahramanımızdır."
Sevgili dostlar, cevap versinler: Batı ülkelerinde, laik bir toplumda "laiklik adına ve dindarlar adına" birbirlerine karşı iki grup var mı?
ــ Türklerimizin tarihinde var mıydı?
Türkiye bu mantıksızlığı İslam ülkelerine yaydı çünkü Türkiye'de laik tarihi bilen kimse yok. Cevap versinler: Sınırlı bir zamanda bir insanın düşüncesiyle bir yaşam biçimi yaratılabilir mi? Diyelim ki Türkiye laikliği Batı'dan öğrendi, Batı'nın tarihi dine bağlı bir tarih değil mi?
Batı'da kilise, on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar siyasetin ve toplumun hükümdarı değil miydi?
Türklerin tarihinde din, toplumun egemeni, siyasetin de egemeni miydi? Yani Türklerin tarihinde din devleti var mıydı?
Bu yaşamın Rönesans'tan sonra Batı'da yaratıldığını varsayalım. Tarihi bir belgeleri var mı? Laik yaşamın tarihi biz Türklerin Orta Asya'daki çadırlarına bağlıdır. Bu yaşam tarzı Türklerin iklimi ve zorlu yaşam koşulları tarafından yaratılmıştır. Bu yaşam biçimi uzun yıllar içinde yaratılmış ve Batı'da sanayi döneminde ulaşılmıştır. Biz Türklerin tarihimizden pek çok hikâyesi vardır. Bu hikâyelerden biri: Mahmud Gaznevi döneminde kardeşi Behlul, Bağdat'ta din eğitimi alıp Gazne'ye geri dönmüş. Beyoğlu İstanbul gibi Gazne şehrinde de her şey varmış. Bir tarafta cami, diğer tarafta Hindu tapınağı, bir tarafta barlar, diğer tarafta ise başka şeyler varmış. Kısacası devlet her şeye izin vermiş ve herkesin kendi yaşam tarzı varmış. Behlul endişelenir, bir kasap dükkânına gider ve bir koyunun kendi ayaklarından, bir keçinin ise kendi ayaklarından asılı olduğunu görür. Rahat nefes alır ve şöyle der: Benim İslam’ım bana, Mahmud'un işi de Mahmud'adır. O dönemde Batı'da kilise bu yaşam tarzına izin vermiyordu. Bağdat'taki Araplar bu yaşam tarzına izin vermezken, bu yaşam tarzı Türklere atalarından miras kalmıştır. Biz Türkler bu yaşam tarzımızla dünyada büyük bir tarih yazdık. Bu yaşam biçiminde “değerlere saygı duyulur. Herkesin değerine saygı duyulduğu için din işleri devletin işlerinden ayrıdır. Bu, Türklerin tarihinde bir gerçektir. Türklerin tarihinde "dine" Türklerin töresi yön vermiştir Ama neden?
Türk tarihinde Şah ailesinin otoritesi her şeyden daha önemliydi. Her Türk kralının sarayında bir hanedan kültürü oluşmuştur. Bu kültür Türklerin eski geleneklerinden türemiştir. Bu kültürde sarayda din hâkim değildi. Din, kendi yerinde kutsal bir değerdi. Şah ailesinin otoritesi için herkesin görüşü ve yaşam tarzı önünde törenin adaletle yapılması gerekiyordu. Çünkü ailenin gücünün halkın desteğine ihtiyacı vardı ve Horasan'da insanlar her etnik gruptandı. Çünkü Horasan eski Hindistan'ın komşusuydu ve Türklerin gözü Hindistan'ın zenginliklerindeydi. Bu koşullar laik yaşamın ortaya çıkmasına neden oldu. Türkiye'nin bu harika tarihten haberi var mı?
 
Mustafa Kemal Atatürk neden laikliği anayasaya soktu? Bu sorunun cevabı tarihin kollarındadır. O tarihte, Batı'da ve Rusya'da tek odaklılık iklimi hâkim oluyordu. Rusya'da komünizm, Batı'da faşizm ve Nazizm hâkim oluyordu. Türkiye'de şeyh kültürü güçleniyordu. Türk toplumu her ideolojiye de sıcak baktığı için laikliği hukukla korumuştur.
 
Örnek 3: Türkiye aydın topluluğu atalarının tarihinden haberdar olmadıkları için "Dari" ve "Urdu" dillerinin tarihini bilmiyorlar. Büyük Dari şairlerinden bir şiir duysalar ağızları açık kalır ve şiirlerin yaratıcısının İran Persleri olduğunu düşünürler. İran'ın Fars dili yeni bir dildir. Bu şiirlerin yazıldığı dönemde Persler siyasi iktidarda değildi. Yani bu gerçek Türkler olarak bizim tarihimizle ilgili ama Türkiye'de kimsenin bundan haberi yok. Unutmayalım ki Dari dilinin bugünkü Afganistan'ı ile bir ilgisi yoktur, Türklerden bu ülkeye miras kalan bir dildir. Bugün İran ülkesi Perslerin elinde değil, bu ülke İranlılar tarafından yönetiliyor ve İranlılar arasında Türklerin ağırlığı Perslerin ağırlığından daha güçlü.
Örnek 4: Cumhuriyetten sonra siyasetin her yere müdahale ettiği görülüyor. Bir değer siyasetin eline geçerse bu bir skandaldır.  Türkiye'de yazı geleneğinin değişmesiyle birlikte edebiyat siyasetin esiri haline gelmiş ve rezil olmuş. Türkiye'de divan edebiyat kültürü Araplardan geldiği kabul edilmektedir. Bu bir bilgisizlik noktasıdır. Edebiyata yön verenler, tek kelimeyle bilgisizlermiş. "Aruz bilimi" hakkında söyledikleri her şey yalandır. Şiir hakkında söyledikleri her şey yanlıştır ve cahilce bir gösteridir. Eğer mantığımı reddederlerse tarihi bir belge sunsunlar.
 
Örnek 5: Türkiye'de edebiyat camiasında Mevlana'yı şiirlerinden tanıyan tek bir kişi yoktur. Türkiye'de Türk dili ve edebiyatının Rönesans’ından Emir Ali Şir Navai'yi tanıtabilecek tek bir kişi yoktur. Türkiye'de edebiyatın toplum inşa etmedeki önemini anlayan tek bir kişi yoktur. Eğer sözlerimi Türk edebiyat camiasına hakaret olarak görüyorlarsa televizyona çıkıp sorularıma cevap versinler. Soruyorum: "Yunus Emre dizisinde edebiyat ve Yunus Emre ayaklar altına atılmıştı, neredeydiniz?"
"Dizide Mevlana'yı Şeyh'in öğrencisi yaptılar, edebiyatı ayaklarının altına attılar, neredeydiniz?" Şimdi karşıma hangi ahlakla çıkabiliyorsunuz?
 
Aynı şekilde onlarca örnek verebilirim Ama benim amacım Türkiye'ye hizmet etmek, kimseye saygısızlık etmek, düşmanlık yapmak değil. İyi niyetimin dışında başka bir amacım yok. Dari ve Özbekçe yazılarımın üslubu "rah sevum " (üçüncü yol) mantığına dayanıyordu ve bu kitabımda da o yöntemi kullandım. Yani yazılarım mantık çerçevesinde tarafsız bir ahlaka ve sert bir üsluba sahiptir. Bizim Horasan kültürümüzde büyüklerimiz şöyle der: Dost gözyaşlarıyla konuşur ve ağlatır, düşman ise gülerek konuşur ve güldürür. Gülmüyorum çünkü ben düşman değilim.
Değerli dostlar, eğer Türkiye Horasan ülkelerinin ağabeyi olmak istiyorsa, öncelikle o ülkelerin aydın camiasının hassasiyetlerini anlamak zorundadır. Horasan'ın din kültürünü anlamak zorundadır. Türk tarihimizi her açıdan bilmelidir. İkinci adımda güçlü bir edebiyatla, güzel bir hikâyeyle hareket etmelidir. Şimdi soru şu; edebiyat zayıf ve etkili bir hikâye yok, Horasan ülkelerinin aydın toplumu Türkiye'ye hangi mantıkla değer vermeli?
Türklerimizin tarihinde "Töre" her şeyin öncüsü olmuş, dinin liderliği ve Edebiyat Divanının liderliği "Törenin" elinde olmuştur. Bir başka bakış açısıyla Edebiyat Divanı da onunla yaratılmıştır. Divan edebiyatıyla birlikte "adalet" adına Laik hayatın hikâyesi biz Türklerin eline olmuştur. Yani her şeye sahiptik, ama şimdi neye sahibiz?
Türkiye'de laiklik, tarihsel gerçekliğinden uzak, güvencesiz bir yere gitmiştir ve bu trajedi bir gerçektir. Kimse bu laikliği tanımlayamaz çünkü bu yaşam tarzı bir grup insanın yaşam tarzıyla sınırlı olmuştur.
 
Reçel istiyor gönül, kendine o bakmıyor
Sahip olduğu şeye, bir kere o akmıyor
Elde etmek istiyor, cevheri su üstünden
Derya incilerini, boynuna o takmıyor
 
Din tek başına toplumu yönlendiremez. Din tek başına toplumu ahlaklı yapamaz. Çünkü din bireye hitap etmektedir ve dinin sınırlı bir kapsamı vardır. Alanın dışına çıkarsa, içinde kırmızı bir çizgi var. Edebiyat tarafından yönlendirilmesi gereken tartışmanın temeli budur.  Eğer bireye hitap ediyorsa, her insanın kendine ait bir din algısının olduğunu anlamamız gerekir. Dinin dünyevi mutluluğun hizmetinde olmasını istiyorsak edebiyat kültürünün hizmetinde olmalıyız. Zira edebiyat değerlerin sağlığını korumanın enerjisidir.
Dinin idaresi hükümetin veya grupların eline geçerse o toplumda en büyük zararı din görecektir. Bu dönüşümün deneyimini İran toplumunda ve Afganistan toplumunda gördük. Bu yöntemin altyapısının bulunduğu İran toplumunda sonuç olumsuz olurken, altyapının olmadığı Afgan toplumunda çok kötü olacaktır. Zira İran ve Türkiye'de olduğu gibi Horasan ülkelerinde, dini okulları olan güçlü gruplar bulunmamaktadır. Bu ülkelerde din halkın elindedir.
Türkiye'de 2010 yılından sonra gençler arasında ateizm ve deizm hızla artmaya başladı. Dine müdahalenin bu sonucu getirdiğini Afganistan ve İran deneyiminden biliyoruz. Afganistan ve İran'da Zerdüştlük dini büyüyecek.
 
Ne yapayım söyle Mevla'm dert için
Kalmamış bu devrede bir Seyfettin
Çürük ayaklar gelmiş tepede 
Bu durumdan takdirlerimiz çirkin
 
Türkiye'de her grubun, hatta her bireyin kendi İslam'ı vardır. Kur'an-ı Kerim İslam'ı en zayıf İslam'dır. Bu ülkede düşünmeden konuşmak yaygındır. Mesela Türkiye'nin muhafazakâr toplumundan bir genç, televizyonda bir din profesörüne Hz. İbrahim'in aile ilişkilerini sorduğunda, o profesör Hz. İbrahim'in özel hayatına dair her şeyi bilir ve buna göre cevap verir. Bu mantıksızlık, Türkiye'nin muhafazakâr toplumundaki o genci gelecekte ateist yapacaktır. Şüphesiz ki cevap mantıksızdır ve mantıksızlığı anladığında İslam'dan uzaklaşacaktır.  Bu yöntem Türkiye'de o kadar büyük bir trajedi ki, bana göre dindarlık kültürü bu şekilde devam ederse Türkiye gelecekte ateist bir ülke haline gelecektir.
 
Haca giden bu halkım, kalıntıya bakmıyor bakmıyor
Harabe sultaninden, düşünceye akmıyor akmıyor
Sevgili halkımladır, Komşu duvar Komşu
Gezinme badiyeden, Şuur Dimağ takmıyor takmıyor
Sima tatlı çehreye,  sevgilin suratına
Kalptan Kelebek misal, Kandilden nur yakmıyor yakmıyor
Kıble ve Kâbe o dur,  İnsan kendinden görse 
On kere geçmiş yoldan, us akılla bakmıyor bakmıyor
İnce incidir akıl, kendinden yansıtılsa
Sevabın güzelini, vicdandan gül çakmıyor çakmıyor
Bir deste çiçek nerde, bilgisiz haca gitse?
Kendine perde halkım, akıl yoldan akmıyor akmıyor
 
Artık Ney Name'ye ulaştık!
Divan edebiyatı kültüründe her şairin divanının başında Allah'a dua eden bir tasavvuf şiiri vardır ancak Mevlana manevi Mesnevi'sinde bu geleneği kullanmamış. O Kendisini Ney name şiiriyle tanıtmış.
Neden "Ney"?
Neden manevi dünyanı "Neyistan" demiş?
Elinizdeki neyi incelerseniz içini ve dışını görebilirsiniz. Demek ki diğer ağaçlar gibi kalbinde bir sırı yoktur. Mevlana ney gibidir. Yani konuşmasında ne söylüyorsa davranışlarında da o ona benzer. Yani kalbinde gizli bir sırı yoktur. O, şiirlerinde sadece bir insandır. Doğduğu anda sadece insan olan, her türlü itikattan, her türlü sırdan uzak bir insan olan Mevlâna kendisini bir insan tanıtıyor. Celaleddin'in bu özelliği "şiirlerindeki mantığın herkesi kendisine davet etmesinin" sebebidir. Yani Mevlana için Müslüman, Hindu, Yahudi, ateist aynıdır çünkü o herkesi insan olarak görür ve her insanın önünde sadece insanlığını sunar. O, tüm kişisel değerlerini kendi kişisel malı olarak görür ve bunları kimsenin önüne sunmaz. Eğer kişisel değerlerini şiirlerinde gösterseydi "ne olursan ol gel" mantığı ortadan kalkardı. Celaleddin, mana dünyasının Neyistan olduğunu söyler. Tanrı'nın içinde olduğu dünyayı, Neyistan diyor. Ona göre insan, Allah katında eşit mesafeye sahiptir, ancak mesafeyi uzak ya da yakın yapan insandır.
 
İndi şems dalga dalga, divanından aklime
Kavramlar yoğuruldu, geldi bir şans elime
Önder oldu aklıma, yaşamın ortasında
Şems-i Tebrîzî bana, Lider oldu dilime
 
Ney name şiiri Mesnevi'nin sonunda ve Divan Şems'in sonunda yazılmış ancak Mesnevi'nin başında yer almıştır. Bu şiir, Mevlana'nın şahsiyetini ve manevi durumunu bize anlatan, Toplam şiirlerinin bir özetidir. Bu şiirle bağlantılı olarak da uydurma bir hikâye anlatmışlar, mantıktan uzak çünkü hikâye şiirin içeriğiyle çelişiyor. Eğer bir şair, Mesnevi'nin ve Divan Şems'in muhtevasının farkında ise, bu şiirde Celaleddin'in amacını bilecek, ancak farkında değilse kendi hikâyesini anlatacaktır. Bu şiir:
 
بشنو این نی چون شکایت می‌کند
از جدایی‌ها حکایت می‌کند
کز نیستان تا مرا ببریده‌اند
در نفیرم مرد و زن نالیده‌اند
سینه خواهم شرحه شرحه از فراق
تا بگویم شرح درد اشتیاق
هر کسی کو دور ماند از اصل خویش
باز جوید روزگار وصل خویش
من به هر جمعیتی نالان شدم
جفت بدحالان و خوش‌حالان شدم
هر کسی از ظن خود شد یار من
از درون من نجست اسرار من
سر من از نالهٔ من دور نیست
لیک چشم و گوش را آن نور نیست
تن ز جان و جان ز تن مستور نیست
لیک کس را دید جان دستور نیست
آتش است این بانگ نای و نیست باد
هر که این آتش ندارد نیست باد
آتش عشق است کاندر نی فتاد
جوشش عشق است کاندر می فتاد
نی حریف هر که از یاری برید
پرده‌هایش پرده‌های ما درید
همچو نی زهری و تریاقی که دید
همچو نی دمساز و مشتاقی که دید
نی حدیث راه پر خون می‌کند
قصه‌های عشق مجنون می‌کند
محرم این هوش جز بیهوش نیست
مر زبان را مشتری جز گوش نیست
در غم ما روزها بیگاه شد
روزها با سوزها همراه شد
روزها گر رفت گو رو باک نیست
تو بمان ای آن که چون تو پاک نیست
هر که جز ماهی ز آبش سیر شد
هرکه بی روزیست روزش دیر شد
در نیابد حال پخته هیچ خام
پس سخن کوتاه باید والسلام
 
Türkçe:
 
 
بشنو این نی چون شکایت می‌کند
از جدایی‌ها حکایت می‌کند
 
Ney'yi (Mevlana’yı) dinle çünkü onun şikâyeti var
Ayrılıklarla ilgili bir hikâyesi var
 
کز نیستان تا مرا ببریده‌اند
در نفیرم مرد و زن نالیده‌اند
 
 
Ben ney iken Neyistan'dan kestiler
            Feryatlarımda herkes feryat etti, erkek ve kadın
 
Not: Mevlana'nın mantığında Neyistan, mana dünyasıdır. Yani doğumdan önce ve ölümden sonraki dünyadır. Mevlana doğup bu dünyaya atılınca feryadı yükselir ve onun feryatlarından kadın erkek inlemeye başlar ama neden?
Bu sorunun cevabı Mevlana'nın Mesnevisinde ve Gazellerinde Gizlidir. İnsan Etiğini insanileştirmek için çok çaba harcadığını eserlerinden biliyoruz. Yaşadığı dönemde Moğol Terörü vardı. Medeniyet Moğol terörü tarafından zarar görmüştü. O'nun karakterini şiirlerinden incelersek çığlığını duyarız. İnlemeyi anlıyoruz.
Mevlana o dönemi öyle bir edebiyat ustalığıyla anlatmıştır ki, kadın ya da erkek şiirlerini okursa çığlık atar. Yani düşünmeye dalar.
Mevlana'nın Ney Namedeki amacı, Moğol terörü dönemi ve ahlaki yıkım dönemi hakkında bilgi veren şiirlerinin içeriğini aktarmaktır.
 
سینه خواهم شرحه شرحه از فراق
تا بگویم شرح درد اشتیاق
 
Mevlana diyor ki: "manadan ayrılmış ve parçalanmış Göğüs istiyorum
Onunla medeniyetin insandan ayrılması hakkında konuşmak istiyorum bu dertti anlatmak istiyorum.
 
Not: Bu şiirin her bir dizesi Mevlana'nın eserlerinin mantığı ile analiz edilebilir, çünkü bu şiir Mevlana'nın eserlerinin mantığının özetini sunar.
 
هر کسی کو دور ماند از اصل خویش
باز جوید روزگار وصل خویش
 
İnsan, sahip olduğu özelliklerle diğer canlılardan ayrı bir varlıktır. Eğer insanın kökeninde bir ahlak varsa, Başkalarının etkisiyle o ahlaktan saparsa, kendi ahlakı kendisine geri getirir. Demek ki farklı renkte görülmenin bir önemi yok çünkü zamanlar insanın özünü ortaya çıkarıyor.
 
من به هر جمعیتی نالان شدم
جفت بدحالان و خوش‌حالان شدم
 
Yoldaş bulmak, ayrılığın acısını paylaşmak için her kalabalığın arasına girip ağıt yaktım. Hem acımı bilenlerle, hem de hiçbir şey bilmeyenlerle.
 
Not: Mevlana şiirlerini herkese yazmıştır. Kimisi bu şiirleri okuyup Mevlana'yı şiirlerden tanıyor, kimisi ise hiçbir şey bilmiyor ve ahlakıyla, zekâsıyla Mevlana'ya sıfatlar veriyor. Öyle olmasaydı Mevlana'yı Şeyh'in müridi olarak tanıtabilirler miydi?
 
هر کسی از ظن خود شد یار من
از درون من نجست اسرار من
 
Bu beyitte Mevlana'nın acısı çok büyüktür çünkü şöyle der: "Herkes kendi şüpheleriyle ve Tahminiyle benim dostum oldu
Kimse İçimden yani şiirlerimden, sırlarımı yani kişiliğimi anlamaya çalışmadı
 
سر من از نالهٔ من دور نیست
لیک چشم و گوش را آن نور نیست
 
Her ne kadar inlemelerimde iç sırlarım gizli olsa ve ondan ayrı olmasa da, herkesin kulağına ulaşsa da, onların gizli sırlarımı anlayacak görecek gözleri, duyacak kulakları yoktur.
 
Not: Mevlana'nın sonelerinde gizli bir çığlık vardır. Mevlana'nın mesnevisinde gizli bir ağıt vardır çünkü Mevlana'nın her şiiri birçok mesajla yazılmıştır. Bu mesajların amacı toplumu insanlaştırmaktır. Örnek: Mevlana'nın edebiyata hizmeti o kadar büyüktür ki onlarca edebiyat profesörü bunun yarısını bile yapamaz. Örnek: Divan Şems'te, Mesnevi'de ve dörtlüklerde ahlâk toplumuna yönelik mesajlar var, Eğer bu ülkenin aydınları bu şiirlerin içeriğini anlayabilirlerse, kurdun evini ateşe verdiğim için Bana saygı duyacaklardır.
 
تن ز جان و جان ز تن مستور نیست
لیک کس را دید جان دستور نیست
 
Beden ve ruh birbirine bağlıdır ve hiçbiri birbirinden gizli değildir, yani Mevlâna'yı bilmek için ikisini de bilmek gerekir. Aksi halde kimsenin ruhu görmesine izin verilmez. Yani Mevlana, Celaleddin'in eserlerini görmeyenlere hitap ediyor, Mevlana'yı eserlerinden ayırt edemezlerse, Mevlana'yı da tanıyamazlar.
 
آتش است این بانگ نای و نیست باد
هر که این آتش ندارد نیست یاد
 
Bu Ney'in çığlığı bir ateştir. Yani Mevlana'nın çığlığı bir ateştir. Bu ağlama değersiz bir şey değildir. Kimde bu ateş yoksa ateşi fırtına değildir ve kimse onu hatırlamayacaktır.
 
Not: Mevlana şöyle bir mesaj veriyor, mana âleminden, bu maddi dünyaya geldim, bu dünyanın manevi yıkıntılarından haykırdım. Çığlıklarım önemsiz değil ama bu dünyanın harap halini bilmeyenler bağırsalar da ateşe dönüşmez.
Mevlana'nın feryadını bilmek için Mevlana'nın şiirlerini okumalıyız. Mevlana'nın şiirlerini okursak Mevlana'nın amacını anlayabiliriz.
 
 
آتش عشق است کاندر نی فتاد
جوشش عشق است کاندر می فتاد
 
Aşkın ateşi Neyin içine düştü, Bu aşk ateşi ki Ney bağırıyor, yani Mevlana bağırıyor.
Aşkın ateşi Mey’e düştü, şarabı da kaynatan bu aşktır
 
نی حریف هر که از یاری برید
پرده‌هایش پرده‌های ما درید
 
Mevlana'nın mantığında Virajda kaynayan şarap ve dünyayı anlama çabası aşkın tüm mucizelerinin merkezinde yer alışıdır. Az Kusurlu insan, Ney gibi saf bir sese sahip olmaktır. Ney'in kalbinde hiçbir özel sır yoktur. Demek ki içi de dışı da aynı. Bu ahlakın dostu ve yoldaşı, toplumu insanlaştırmak için kötü ahlaktan uzaklaşan ve düşünerek hareket edenlerdir. Bu aşk ile mümkündür.
 
همچو نی زهری و تریاقی که دید
همچو نی دمساز و مشتاقی که دید
 
Ney gibi zehir ve panzehiri gören var mı hiç?
Ney gibi bir yol arkadaşı ve meraklıyı gören var mı?
Yani insan Ney gibi olursa, içi ve dışı bir olur. O halde, eğer hayat zehir olursa, panzehiri da yanında olacaktır. İnsan Ney’e benzerse, yol arkadaşı da kendisi olacaktır.
 
نی حدیث راه پر خون می‌کند
قصه‌های عشق مجنون می‌کند
 
Ney gibi olsa insan, söylediği her söz serttir ve yolu kanla doldurur, çünkü doğruyu söyler.
Gerçeğin acı bir tadı vardır.
Aşk hikâyeleri dinleyeni mecnuna çevirir. Yani insan Ney gibi olunca dürüst sözleri yürekleri kanatır ama ikiyüzlü olmayıp sevgiyle konuştuğu için sonunda aşığı mecnun yapar. Bu durum Mevlana'nın şiirlerinin içeriğini göstermektedir.
 
محرم این هوش جز بیهوش نیست
مر زبان را مشتری جز گوش نیست
 
Aşkın hakikati kimse tarafından anlaşılamaz, tıpkı kulağın dilin sözlerini anlamaya müsait olmaması gibi, anlayan ve mahrem olan da ancak hakikatin varlığına âşıktır.
 
Eğer Mevlana edebiyata ve sosyalleşme etiğine âşık olmasaydı, bu kadar büyük ve değerli eserler yazabilir miydi?
Onun Tanrı'ya olan sevgisi kişiseldi. Eğer bütün acısı Allah sevgisi olsaydı gece gündüz ibadetle meşgul olurdu. Eğer Mevlana'nın aklı sadece Allah sevgisinde idiyse, nasıl edebiyat şairi oldu?
Mevlana'dan sonra Türkiye'den Türk şairi olacak bir Allah aşığı bulamadınız mı?
Lütfen Türkiye'nin itibarına zarar vermeyin.
Mevlana'nın edebiyat ve insan toplumu inşası yoluyla Allah'a ulaştığı nokta burasıdır.
 
در غم ما روزها بیگاه شد
روزها با سوزها همراه شد
 
Acımızla hayatımız sona erdi
Günlerimiz acılarla geçiyordu.
 
Mevlâna, yaşadığı dönemin acılarından hayatın etkisi altındaydı. Şiirlerinin mantığı o dönemin sancılarını yansıtır.
Şunu anlamamız lazım, her şairin şiiri dönemin ruh halini yansıttığı için en güzel tarih kitaplarıdır divanlar. Bir şair için ilham, şairin çevresinden alınır.
Edebiyat Divanı'nda her şiir bir hikâyenin muhtevasını ya da bir kitabın muhtevasını yansıtır. İran'da Hafız Şirazi'nin divanının İran edebiyatı profesörlerinin toplamından daha fazla İran edebiyatına hizmet etmesi bir değerdir. Horasan ülkelerinde, Bidel, Navai ve diğerleri, sonelerinin her birinin içeriği nedeniyle hizmet verirler, her profesör edebi konuşmalar yapar ve gençler arasında bilimsel tartışmalar yürütür. Yani edebiyat Divanı'nın kültüründen güçlü bir hal alma kültürü söz konusudur.
Şair arı gibidir, her çiçekle beslenir. Bu gerçeği anlamazsak geleceğe ihanet olur çünkü geleceğin mutluluğu tarihin elindedir.
 
روزها گر رفت گو رو باک نیست
تو بمان ای آن که چون تو پاک نیست
 
Bu yakıcı günler geçerse ve ömür geçerse de ki: Ey hayat geç, gitmenden korkmuyorum.
Ey aşk! İstikrarlı ve ebedi kalacaksın çünkü bizim için senden başka saf bir hedef yok.
 
هر که جز ماهی ز آبش سیر شد
هرکه بی روزیست روزش دیر شد
 
Hakikat denizinde sevginin ve bilginin suyuna yalamaya doyamayan canlı, balık gibidir. Herkes kendi suyundan memnundur.
 Sevgiden mahrum kalan insan sıkılır, yorulur. Kimin kendi eliyle şansı yaver gitmezse, günü her zaman geçtir.
 
در نیابد حال پخته هیچ خام
پس سخن کوتاه باید والسلام
 
Âşık olmayan bir kişi, gerçek bir sevgilinin durumunu anlamaz. Olgunlaşmamış biri, yetişkin birinin durumunu bilmez. Bu yüzden kısa kesmek ve bitirmek daha iyidir. Bu yüzden kısa keseceğim ve hepinize selam diyeceğim.
 
Bu Mesnevi şiiri Mevlana'nın karakterini ifade etmektedir. Mevlana bu şiirle karakterini tanımladı. Ancak Divan Şemsi, Rubailerini ve Mesnevi'sini inceleyerek bu şiirin içeriğini anlayabiliriz. Bu şiirin son beytinde bizzat Mevlana şöyle diyor: Şiirlerimi okumayan biriyle konuşmak mantıklı değilse, konuşmayı kısa kesmek daha iyidir. Peki, Mevlana'nın şiirlerinin içeriğini bilmeyenlere değer vermek zaman kaybı değil midir?
 
Sırtından vurana kızma, güvenmiş sen arkana dönüp
Hayatin cilveleri den, anlamamışsın Kibre inip
Kişiye sakin darılma, koysan insan yerine
Arkandan lafı soksa, kızma kalbinden sinip
 
Değerli dostlar, bu şiirle bu kitabın sonuna geldik ama bitirmeden önce Türk aydın camiasına bir sürprizim var. Benim sürprizim bir şiirdir. Bu şiirin içeriğini Mevlana'nın eserlerinden hazırladım ve herkesten faydalandım. Yani her kelimesini başkalarından öğrendim. Bu şiir Celaleddin'in eserlerinden Mevlana'yı yansıtmaktadır. Türkiye aydın camiasını şaşırttığı nokta şu: Türkiye aydın camiası bu şiir gibi bir şiir yazıp Mevlâna'yı tanımlayabilir mi?
Türk entelektüel camiasından edindiğim tecrübelere göre, bunu asla yapamayacaklar. Kuşkusuz ki edebiyat kültürünü yok etmişler. Bunu İran'a, Horasan ülkelerine, Edebiyat Divanı ülkelerine söylesem onlarca şair şiirleriyle beynime yumruk atardı. Türk toplumunda şair kalmadığı ve edebiyat ayaklar altına düştüğü için bunu Türkiye aydın toplumuna rahatlıkla söyleyebilirim. Bana kızmayın ve beni havai biri olarak görmeyin, ben Türkiye dostuyum. Türkiye'nin aydın toplumuna ayna olmayı diliyorum. Niyetimin anlaşılması için lütfen her edebiyat profesörü ve her aydın bu şiirin sözlerini değiştirerek şiir yazmaya çalışsın ve Türkiye'nin manevi gerilimini bir kez olsun Mevlana'yı tanıyıp Divan edebiyatını tanıyarak test etsin. Bunu yaparlarsa atalarının edebiyatının değerini anlayacaklar ve o zaman Celaleddin'in ne olduğunu anlayacaklardır. Mevlana Divan edebiyatının şairlerinden biridir ve büyük bir hazinedir. Bu hazineyi anlamak edebiyat için büyük bir zenginliktir. Unutmayalım ki, büyük millet için güçlü milli edebiyat şarttır.
En azından bir kişi bunu başarabilirse benim için büyük bir bayram olur. Basit bir ifadeyle asla başaramayacaksınız çünkü edebiyat kültürünü yok ettiniz.
Eğer yapamıyorsanız lütfen bana saygı duyun ve bana bir şans verin, ben de Türkçeyi bir üst sınıfa çıkaracağım. Beni bir hizmetkâr olarak hayal edin, Dari ve Özbek dillerinin tecrübesini Türk dilinin hizmetine sunarak yeni bir sayfa açacağım.
Bu manevi yoksullukla Türkiye 21. yüzyıla hazır değil. Yeni bir sayfa açmalı ve heyecan verici bir hikâye yaratmalı.
 
Ney gibi Neva’ya geldi, nağme saçan mestane
Akıl ayağa kalktı, dans etti tane tane
İniltilerden o ses, duymanın coşkusundan
Süreç boyunca bu iş, mey verdi meyhane
Gerçekten oldu bir mest, kendi yolundan sermest
Doğrunun çalgısından, oldu o bir hastane
Belhdan geldi o Rum’a, ne o Belhi ne Rumi
Canlı şehirden çıktı, ne mest o ne divane
Herkes kendi zihninden, ona verdi bir sıfat
Bazı delili sıfat, başka zümre ferhane
Dünya oldu vatanı, hakikat Güneş tanı
Ruhu Horasandandır, Rum’a geldi efsane 
Çün ney neva getirdi, aleme ses getirdi
Oldu aleme yoldaş, nağme saçan mestane
 Kitabın sonu.
 
Oktay Aslan Rah Sevum
20.10.2024
 
Kısa bilgi!
İkinci kitapta Divan edebiyatının içeriği ayrıntılı olarak yazılacaktır. Şüphesiz bu edebiyat Türk tarihimizin önemli bir parçasıdır. Bu kitapta Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı'nın derlediği bilgiler reddedilecektir.
Üçüncü kitapta yeni Zerdüşt dini hakkında bilgiler sunulacaktır. Kitabın içeriğinde dört bin yıllık bu Ritüelin yeni ayetleri yer alırken, Firdevsi'nin Şehname adlı kitabındaki hikâyelerden Türkler ve Perslerin tarihine dair bilgiler yazılacak. Horasan ve İran ülkelerinde Zerdüştlüğün İslam'la yarışacağını anlamalıyız. Çünkü yeni Zerdüşt planı bu hedef doğrultusunda işliyor. Gazne döneminin değerli eserlerinden biri olan ve Gazneli Sultan Mahmud'un emriyle yazılan Şehname, Türkiye'de pek bilinmiyor. Yeni Zerdüştlerin faaliyetlerini kimse bilmiyor. Bu durum beni bu kitabı yazmaya zorladı.
Dördüncü kitap, Afganistan'daki yarım yüzyıllık savaş, herkesi şok edecek yepyeni bir açıdan yazılacak. NATO'nun Afganistan'daki başarısızlığının ardından bir kitabımı Ankara'daki Amerikan Büyükelçiliği aracılığıyla Beyaz Saray'a gönderdim ve o kitap Amerika'nın Afganistan'a bakışını değiştirdi.
Dördüncü kitabı da o kitabın içeriğinden ve halkın yeni bilgilerinden yazacağım. NATO'nun yenilgisinin Afganistan'ın kuzeyinde Taliban olmayan Özbekler arasında başladığını anlamalıyız. NATO'yu Afganların savaşını değil, "edebiyat divanının" yendiği izlenimine sahip olmalıyız!
Not: Beyaz Saray'a gönderdiğim kitap Divan Adab'tan şiirlerin yer aldığı Özbek dilinde yazılmış olup Mevlana'nın Mesnevi'si gibi edebi bir eserdir.
Beşinci kitap, Kur'an-ı Kerim ayetlerinin ele alındığı bir Dari kitabımın içeriğinden yazılmış olup, kitabın yazım tarzı oldukça ilgi çekici olacaktır.